Sabah kahvesini, günlük gazetesini alarak balkona çıktı. Güneşin denize yansıyan ışıkları gözlerini kamaştırdı. Gözlerini kapatarak yosun kokusunu ciğerlerinin derinine çekti. Her zaman saçını bir kurşun kalemle toplardı. Elini başına götürerek, hafifçe saçına tutturduğu kalemi çıkarttı. Dalgalı sarı saçları omuzlarına döküldü. Kahvesinden bir yudum daha alarak gazetenin bulmaca sayfasını açtı. Dikkatli ve hızlı bir şekilde bulmacayı çözdü. Manşetleri okumayı sevmezdi. Terör örgütü saldırıları, tecavüz, hırsızlık, cinayet, enflasyonun halkın belini nasıl büktüğünü yazan hiç de iç açıcı olmayan haberler ve nihayetinde şehit haberleri(?) ''Yine bir şehit haberi''daha'' dedi derin derin iç çekerek. Şehit erlerin isimlerini içi burkularak okudu: Er İsmail Öztürk, yirmi. Adana Er Muzaffer Demir yirmibir.Şanlıurfa Uzman Çavuş Cemşit Aksoy otuzbeş. Iğdır Er Hasan Korkmaz, yirmibir. İstanbul Birdenbire duraksadı. Hafızasında bir suret canlanmaya başladı. Hasan! dedi. Hasan abi! Orta hâlli bir ailenin ortanca çocuğuydu. Sarı benizli, saman sarısı saçları, ela gözlü, hareketli sevimli, onlu yaşlarda bir kızdı. Kışlaya yakın bir mahallede oturuyorlardı. Her sabah askerlerin tek ve tok bir sesle ''kara basma iz olur''diye başlayıp, ardından tüm taburun tekrarıyla ''güzellerde naz olur '' şeklinde devam eden marş sesleriyle uyanırdı. Heyecanla, evin boyaları yer yer dökülmüş penceresine koşar, askerlerin talimlerini izler, asker abi merhaba! diye bağırarak sesini onlara ulaştırmaya çalışırdı. Her sabahın rutin başlangıcı bu şekildeydi. Sıradaki marşı tahmin edebiliyordu artık. ''Yaylalar yaylalar''