"Aşık olduğum tek kadın. Nasılda hırçın, pervasız. Bu şehir midir bende ki aşkı harlayan? Bir mum gibi eritip, ay misali ışıtan. Nasıl da vuruyor bakışları insanı bağrından. Hüzün kokan sokakları kopup gelmiş geçmişin hazanından. Masallar akıp geçmiş üzerinden. Hepsi ayrı bir koku, başka bir doku bırakmış çehresinde. Nasıl da yer bulmuş efsanelerde. Bunca zamandır hasretiyle yanar ha yanar, öyle ki güneş İstanbul'u görmek için doğar... Acısı aşığın kıskançlık sillesi, neşesi paylaşılamayan kadının öldüren cilvesi. Ayazında aşk tüter bu şehrin, sokaklarında ki misk kokusu evliyaların soluğundan, o soluktur divanenin berduşluğuna taç olan. Öylesine konuştu durdu bu şehir bunca zaman. Her gece fakirhaneme sokuldu efsunlu İstanbul esintisi. Her uyanışımda yeniden karar verdim onunla buluşmaya. Hasretin adı oldu İstanbul... Kimdi bunca hayranlığı kulağıma üfleyen. Bu şehir üzerinden bana aşkı işleyen. Yumuşak bir kadın sesiydi İstanbul benim için. Rüyalarında ki kıza gönlünü kaptırmış, aptal, hovarda bir gençtim belki. Belki haklıydı babam. Ama içimde durmaksızın sızlayan bu yara ne kadar yalansa ben o kadar gerçektim. Ben mi çağırmıştın o füsunlu rüyaları. Aradım durdum bunca zaman her kadın çehresinde o puslu bakışları. Bütün suretlerde onu gördüm kimi zaman, hepsi puslandığında anladım ki hiç biri o değil."