Güneşli bir gündü. Dışarıdan kuşların cıvıltıları geliyordu. Yanlış hatırlamıyorsam on iki yaşındaydım. Çocukluktan erginliğe geçiş dönemi. On iki yaşındaki bir kızın sevgiye ihtiyacı olur ki, bende öyleydim. Babam işi gereği çok yoğun çalışıyordu. Bu yüzden benimle çok fazla ilgilenemiyordu. Kendisi, iş adamıydı. Dedemden kalma şirketlerimiz vardı. O gün babam eve erken gelmişti. Benimle ne zamandır ilgilenemediğini, bu yüzden akşam yemeğe çıkacağımızı söylüyordu. Babamla ne zamandır bir şey yapmıyorduk. Her ne kadar basit bir yemek olsa da,benim için çok değerli bir yemekti.
Arabaya bindiğimizde yerimde duramıyordum. Yapacak bir şeyim olmadığı için babamı incelemeye başladım. Genç bir adamdı. Zayıf ve uzun boyluydu. Hafiften kasları vardı. Bugün siyah bir takım elbise giymişti. Ve bu onu gayet yakışıklı biri kılıyordu. Böyle bir babam olduğu için şanslıydım. Yaklaşık yarım saat sonra durmak zorunda kaldık. Önümüzde, yirmili yaşlarında iki tane adam kavga ediyordu. Bu çok saçmaydı. Neden yolun ortasında kavga ediyorlardı ki? Derken... Acı bir silah sesi yankılandı kulaklarımda. Anlamadım, anlayamadım. Babamın kafasını öne doğru düştü. Dürtmeye başladım, seslendim ama babam uyanmıyordu. Şoförümüz beni dışarı çıkardı. Delirmiş gibi arabanın tekerine vurup, "Baba?!" diye bağırıyordum. Ona bir şey olmazdı, o benim babamdı. Korkuyordum. Zaman kavramını yitirmişken beni ambulansa aldılar. Görevli bir adam gelip bana babamın öldüğünü, ve üzgün olduğunu söyleyip gitti. Üzgün değildi, rol yapıyordu. Hiç kimse benim kadar üzülecek değildi ya? İşte o zaman benim için güneş söndü. Kuşlar uçtu. Ağlamadım. Gözümden damla düşmedi o anda. Etrafıma baktım. Herkes bir şeyler, bir iz arıyordu. Ama ben görmüştüm. Kırmızı son model bir arabanın arka koltuğunda oturuyordu.