Bazen işler yolunda gitmez. Aksine her şeyin üstüne geldiğini düşünürsün. içinden bir şey yapmak gelmez. Sabah uyandığın yatak hâlâ dağınıktır. Güne merhaba dediğin o odanın içi, geceden kalma bir sigara küllüğünün zehri ile doludur. Küllüğün yanında boş kahve fincanı, onun yanında da kimsenin aramadığı ama şarjının her daim dolu olduğu bir cep telefonu. Ya da tam tersi; birinin aramasını, mesaj atmasını beklediğin için hep hazırda tuttuğun bir cep telefonu. Ama çoğunlukla da kimse aramaz. Arasa da, o arayan, yolunda gitmeyen işlere bir yenisini eklemek için arar zaten...
Uyandığın gibi oturursun yanlızlığının yanına. Üstünü değiştirmeden, uykusuzluğun üzerine sindiği pijamalarını çıkarmadan. Kahvaltı desen, en fazla bir kahve ya da demli bir bardak çay. Sahi, dışarıda hangi mevsim var? Bilmiyor olamazsın! Çünkü aslında sen perdeleri dışarıyı görmemek için değil, içinde olup bitenleri gördüğün için kapalı tutuyorsun. İnsanlar dışarıda gününü gün ediyor, sen ise oturduğun yerinden gününü dün etmek için uğraşıyorsun. Herkesin çok mutlu olduğunu düşünüyor ve bir tek kendinin acı çektiğini sanıyorsun. Sonra bir anda ayağa kalkıp etrafına çevreleyen tüm o duvardan bağıra bağıra öcümü alayım diyorsun, ama tıpkı önceki seferde de olduğu gibi bunu da beceremeyip boşu boşuna feryat ettiğini anlıyor, yine ve yeniden yarına çıkamıyorsun...
Çok değil derdini anlatabileceğin en fazla birkaç arkadaşın vardır etrafında. Önce onlarla paylaşmak ister ama sonra vazgeçersin çünkü anlamayacaklarını düşünürsün. Anlamazlar da zaten. Kaldı ki sen de hiçbir zaman kafandakileri anlatacak cümleleri dilinin ucunda tamamlayamazsın. Sonra kitaplara sarılır, şarkılarla beslenirsin...