Bir aralık akşamıydı. Kar bütün Siyara’yı kaplamış ve hava buz kesmişti. Ağaçlar örtünüyor, şehir gecenin karanlığından başka sığınacak hiçbir yer bulamıyordu. Nedendir bilinmez Siyara’da doğumlar hep kış ortasında ve gece vakti olurdu.
Araf 11 yaşına daha birkaç gün önce basmıştı. O soğuk kışa rağmen, Araf’ın doğum günü büyük bir şölen yapılmış ve öyle kutlanmıştı. Bahçeler süslenmiş, Siyara’nın fakir toprağı düşünülmeden elde avuçta ne varsa o gece tüketilmişti. Siyara’da bütün erkek çocukların doğumu aynı sevinçle kutlanırdı.
-Araf, dolaşıp durma lütfen!
Selay, Araf’ı omuzlarından tutup sol tarafta boş duran koltuklardan birine oturttu. Gerçi, koltukların birçoğu dolu değildi. Doğum, öyle bir sabırsızlıkla bekleniyordu ki…
Bütün şehir ayaktaydı ve geceye rağmen evlerin kapıları sonuna kadar açıktı. Çiğnenmemiş kar kalmamıştı. Tüylerine kar yağmış bütün siyah beyaz baykuşlar ağaçların dallarına tünemiş, meraklı gözlerle etrafı seyrediyorlardı.
Doğum tüm şehirlerde olduğu gibi, Siyara’daki halk için de kutsaldı. Yeni bir can, yeni bir vücut ve bereket getireceğine inanılan bir yeni bebek… Fakat Siyara için doğum sadece bereket anlamı taşımıyordu. Doğan çocuğun cinsiyeti, bereketinden daha önemliydi.
Aslında çocuğun cinsiyeti, bereketi belirleyen yegane şeydi. Çünkü Siyara’da kız çocukları bereketli doğmazdı. Dünyaya gelen her kız bebek, Siyara için kıtlık olacağının işaretiydi. Bu, Siyara halkı kendini Siyara olarak bildi bileli böyleydi.
Bu kıtlığın bir nişanesi olarak, kız bebekler büyüdükçe çirkinleşirlerdi. Güzellik denen şey, Siyara’yı çiçeklerle birlikte terk etmişti. Toprağın verimsiz oluşu, baharın çiçeksiz kalışı, hep kız bebekler yüzündendi. İnsanlar böyle inanmaya başlayalı hayli uzun zaman olmuştu.
İnsanlar üçe ayrılır; Yaşayanlar, Yaşamayanlar. Yaşayamayanlar...
Yaşayanlar: hâlâ dünyadaki hayatına devam edenler.
Yaşamayanlar: öldükten sonra ikinci bir şansı hak edip bu büyülü evrene gelenler.
Yaşayamayanlar: öldükten sonra ikinci şansı hak eden ancak büyü gücü ve dövmesi oluşmayanlar.
🖤
Başlangıç ve bitiş. Bebek arabasıyla gezdiğim yolları, şimdi tekerlekli sandalyeyle geri dönüyorum.
🖤
En büyük gayesi babasının öğrettiği gibi
adaletli bir avukat olmak isteyen Yargı Yargıcı kendini ölümcül bir hastalığın pençesinde bulur.
Öldükten sonra gözlerini başka bir evrende açan Yargı, hastalıklar içinde yüzerken, çektiği acılar bir anda kesildiği için yeteri kadar tepki veremez. Ta ki karşısında ömür boyu kendisini bekleyen ruh eşini görene kadar.
Yaşamayanlar evreni tüm hızında akmaya devam ederken, Yargı olaylara adapte olmaya çalışacak. Öğrendiği en önemli bilgi ise burada insanların tıpkı bir satranç tahtası gibi altıya bölündükleri olacak. Yargı grubunu bulmak için bedeninde belirecek olan dövmeyi beklemek zorunda. Piyon da olabilir, şah da. Ya da hiçbir grubun dövmesi oluşmaz ve kendini bir anda Yaşayamayanlar'ın arasında bulur. Hiçbir büyü gücüne sahip olmayan ve dışlanmışların arasında...