Yaşanan hastalıklar, beklenmeyen sürprizler, meydana gelen felaketler, nice hayatı tehlikeler; ölümle insan arasında ne ince bir perde olduğunu göstermeye kafi değil midir?
Aslında bizler, doğduğumuz günden itibaren her geçen gün bir parça daha ölüyor ve farkında olmadan kesintisiz bir şekilde ölüme doğru yol alıyoruz.
O halde, gerçek sonsuz hayat, beşikle tabut arasındaki mesafeye sığmayacak kadar ulvi ve ebedi bir hakikattir. Böylesine sonsuz bir hayat karşısında dünya hayatı, deryadaki katre kabilinden değil midir?
Bu yüzden asıl hayat, Kur’an ve sünnet hakikatlerini ruhaniyet cenneti içinde yaşayarak ebedi saadete nail olabilmektir. Bunun yolu da dünya hayatını, musibetleri ile de, ziynetleri ile de ebedi hayatın ilk merhalesini teşkil eden bir imtihan safhası olarak görmekten geçer.
Seni annen doğurup attığı gün ağlıyordun,
Bütün alem gülüyordu bir yanda,
Şimdi öyle bir ömür sür ki, ölürken gülesin;
Çağlasın gözyaşı halinde cihan arkanda
Son nefes; buğusu, berrak bir ayna gibidir. Dünyaya veda halindeki her insan, bu aynada güzellikleri ve çirkinlikleri ile geride bıraktığı bütün bir ömrünü yeniden seyreder.
Son nefesimizin pişmanlıkla seyrettiğimiz bir ayna olmaması için Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seni yenin feyizli ikliminde hayır-hasenat ve Salih amellerle müzeyyen bir kulluk hayatı yaşamamız zaruridir.
Zira hadis-i şerifte; “Kişi yaşadığı hal üzere ölür, öldüğü hal üzere haşri olunur.”
Başka bir ifadeyle son nefes, acı-tatlı hatıralarıyla yaşanmış olan fani hayat sahnesinin son perdesidir.
İşte ebedi ahiret yolculuğuna çıkarken, dünya hayatına bakıp söylenen bu “son elveda”nın mahiyeti çok manidardır. Necip Fazıl'ın dediği gibi:
O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail'e “Hoş geldin” diyebilmekte hüner...
Kardeşime yazıyorum diye düşünürken boksöre yazmak nasıl mı oluyor merak ediyorsanız kitabıma davet ediyorum
İlk texting kurgumdur
Yazım hataları olan yeri söylerseniz düzeltebilirim