Bir mektupla başladı her şey...
Bu öyle bir mektuptu ki, ne yazanın niyetine hizmet etti, ne de okuyanın isteksizliğine kulak verdi... Umursamaz bir küstahlıkla savurdu, iki şaşkın genci sevda rüzgarına...
İki kalpten biri, aşkı tanırken okyanusun en derin maviliğinde; diğeri, huzur buldu ormanın engin yeşilinde...
Onlar, kaderlerinde yazılanları yaşarken gönül çarpıntılarıyla... Sinsi gölgeler dolaşıyordu etraflarında!
O gölgeler ki, hesapçı gözlerini iki gencin masum sevdasından fazlasına dikmişlerdi. Devlet-i Aliyye' nin istikbalini karartmaktı asıl maksatları!
Durum bu kadar vahim olunca, koyulacaktı her şey bir kenara... Düşülecekti tüm imkanlarla, hainlerin peşine... Ne de olsa, mevzu bahis Vatan olunca gerisi teferruattı...
İstanbul' un sümbül kokan sokaklarından, boğazın tertemiz sularına... Lale manzaralı meydanlarından, maaile birlikte yaşanan huzur dolu evlerine... Bir kahvenin kırk yıl hatırının olduğu dönemlerden süzülüp gelen, lokum tadında bir aşk hikayesi...
Afiyet şeker olsun efendim...
Tanıtım yazısı için birtaneme teşekkür ediyorum...
HER PERŞEMBE!
Ne yazıyor o meşhur kitapta; "Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir."
İşte Gonca hatun o mutsuz aileye sahipti. Tek isteği güce sahip olmak isteyen bir babaya, gözünü mücevher ve altınlarla boyanılan bir anneye ve sadece gelecekteki postunu düşünen bir ağabeye sahipti. Ve etrafında ki akbabalara...