01.12.2015
Yankı Sonat, sıradan bir kızdı. Mükemmel değildi, hiçbir zaman olmamıştı. Yankı'ya göre hayat toz pembe bir masal sayılmasa da o hep kalbinin ilkelerine göre hareket etmiş ve sert bir rüzgara kapılmıştı. Belki de sadece böyle olsun istemişti. Çünkü o yalnızdı, daima hor görülmüş ve birileri tarafından kırılmıştı. Yaşama tutunmak için tırnaklarını geçirdiği duygular onu bambaşka limanlara savurduğundaysa Yankı, hayatına dokunan ve gerçeklerini tepetaklak eden biriyle alabora olma riskine rağmen değişmek istemişti. Değişmişti de. O artık eskisi gibi iyi kalpli değildi. Uğruna göze aldığı her şey, sevdiği adamın günahıyla katrana bulanmış ve Yankı'yı siyaha adamıştı.
Oysa bilmediği bir şey vardı: Tüm renkler, gökkuşağının karanlık yüzündeydi ve onun siyahı sahteydi. Hayatı gibi.
Bora Aren Ateş de kötü bir adam değildi. Esip gürlemeyi, kırıp geçmeyi hiç sevmemişti. O geçmişinden kaçmaya çalışırken kaybolmuştu yalnızca. Gülmek istediğinde ağlatılmış, yaşamak istediği her an biraz daha öldürülmüştü. Zamanla çığlıklarını duyan olmadığını fark ettiğindeyse o da kalbini sağırlaştırmıştı herkese. Çocukken annesinin daima iyi biri olması gerektiği hakkındaki nasihatlerinden başka hiçbir şeyi yoktu belki ama o, tüm yaşadıklarından sonra iyi biri olamayacağına inanmayı seçmişti. İntikam almak istemişti. Kendi kalbine bile kulak tıkayıp almıştı intikamını aslında. Ancak sandığı gibi mutlu olamamıştı. Çünkü o nefretinin ucuyla tutuşturduğu kıza çoktan aşık olmuştu.
Bunu anladığındaysa onu çoktan kaybetmişti.
*
Paletlerdeki tüm renkler siyah artık. Yankı'nın istediği, Bora'nın kirlettiği gibi. Onların artık bir rengi yok. Belki de sonunda renkler bile onları terk etti.
O halde, şimdi sıra ölmelerde.
*
"O ve ben vardık.
O gitti.
Ve biz yarım kaldık."