Yağmurun habercisi gibi olan gökyüzü mavi ve pembenin koyu renkleriyle sevişmiş, tozdan karışık renklerini doğurmuş, beyaz kağıda damlayan mürekkep gibi belli olan siyah kuşlar gökyüzünün resmini kaleme alan ressamcının yıpranmış kaleminden tabloya dökülmüş gibi olsa da, her şey somut bir gerçek, belkide karanlığın ininde sessizliğini dinleyen kadının belgelere dayalı olmayan deliliği kadar soyuttu. İniltili bir çığlık, terk edilmiş sokak aralarında can bulurken soğuk caddenin soğuk duvarları arasına tünemiş kızın tek yaş akmayan gözlerinin önünde kedi belirdi. Lanetlenmiş siyahın tonunu üzerinde asalet gibi taşıyan kediden tek ses çıkmıyordu. Gözleri, gözlerinden bir milim bile ayrılmıyor, gürültülü sessizlik aralarında tuğla tuğla işleniyordu. Kedi tiz bir sesle miyavladı, kadının çökmüş göz altlarından yaş aktı, yağmur yağmaya başladı. Dünyanın üzerini kara duman kapladı. Açılan küflü romanın kapağı okunmadan hızla kapandı. O romanı fark edip okuyan olmayacaktı. O roman, tozlanacak, sararacak, yıpranıp olduğu yerde eskiyecekti. Emek vererek yazan yazarı, yazdığı için pişman olmayacak, birilerinin kalbine dokunamadığı için üzülecekti. Dünyanın üzerini kaplayan dumandan zehirlenerek ölen kötü kalpli insanların yerine, roman sayfaları arasında kalan karakterler gelecek, yaşamlarını sürdürecekti. Sevgi kelimesini bile basitleştiren insanların yıktığı yere tekrar baştan inşa edeceklerdi. Zaman gelmişti. Zaman, bu zamandı. 10'dan geriye saymaya başlayın. 10... 9... 8... 7... 6... 5... 4... 3-