Yüzünü görmeyeli, kokusunu ciğerlerime doldurmayalı, bal rengi gözlerinde erimeyeli dört gün olmuştu. Dört yüz yıl gibi gelen dört gün...
Bakışları kırgın, bakışları hüzünlü, bakışları özlem dolu... Hüznü silip, kırgınlığı onaracak bir cümle kurmak istedim, başaramadım. Kalbim, kalbine kavuşmak istercesine deli gibi atarken tek yapabildiğim nemli gözlerimle ona bakmaktı.
Acımızı hafifletebilecek ne söyleyebilirdim ki? Başka adamın tohumları karnımda büyürken ben seni seviyorum, mu? Sevgim, acısını, acımızı silip götürebilecek miydi?
Gözlerimizi aynı hizaya getirmek adına diz çöktü. Ellerini dizlerime koyup bana bakarken bende ellerimi hasret kaldığım sakallarına götürdüm. Gözlerini kapattığında derin bir nefes alarak kokusuna divane olan ciğerlerime kokusunu hapsettim.
'Sakallarım bile özledi seni...' diye mırıldandı. Elinin altında titreyen dizlerime baktı. Başını yavaşça eğip diz kapaklarıma birer öpücük kondurdu.
'Yaralısın, parçalanmışsın. Kanıyorsun. Yaralarından, acılarından, kanayan yerlerinden, tüm düşmüşlüklerinden öpüyorum.'
Bütün dünyanın aradığı katil ansızın hayatınıza girerse sizi soldurmasına izin verir miydiniz? Yoksa bütün yapraklarınız onun için mi açardı?
❝Zafer her zaman en güçlü olana ait değildir. Bazen en acımasız olan kazanır. Kanla yazılmış bir kaderi var, ruhundan söküp atamayacağı bir miras. O, şeytanın bile tereddüt ettiği yolda yürüdü. Ve sen, bu fırtınanın tam ortasındasın.❞
Hayatı her zaman soluk bir çiçek gibi olup, kendinden çok başkalarını düşünenlere...