Omzumdaki kolunun ağırlığı, denizin medcezirlerinden oluşan dalga sesleri, güneşin güzel parıltıları, rüzgarın uğultusu, martıların minicik bir simit parçası için tur attığı manzara bu anın hiç bitmemesini dilettirdi bana.
O kadar güzeldi ki, bir an hiç bir derdimin tasamın olmadığını hissetdirmişti.
Rüzgarın hafif hafif estirdiği kömür karası saçlarımın arasına uzandı. Öyle derin çektiki içine, üzerimde bana ait gram koku kalmadığını düşündürdü, aynı zamanda da oldukça güvende hissettirmişti.
'Hiç bitmesin.' Benden izinsiz çalışan dilim ve çene kaslarına lanet okudum bir kez daha.
Yüzünü boynumdan kaldırmayarak benimkinin bir benzeri olan cevabını verdi.
Ama her güzel şey gibi, bunu da bir sonu vardı. Aynı şuan yağmurun yağması gibi... Güneş sönmüş, martılar uzaklaşmış, rüzgarın uğultusu yerine daha gürültülü ve üşüme hissi verecek ufak bir fırtına almıştı yerini.
Tanrı'dan ne dilesem elimden alıyordum. Bir emin olduğum diğer konu ise, o'nu da elimden alacağıydı.
07.08.2015
❝Burası Karadeniz, burada hiçbir aşk mücadelesiz olmaz.❞
"Karadeniz'e eskiden Konuk Sevmez Deniz derlermiş," dedi. Sesindeki buz dağı yüreğimi titretti.
Bunu daha önce hiç duymamıştım. Demek hırçın dalgaların sahibi olan Karadeniz'e Konuk Sevmez Deniz diyorlardı. İlk kez duyduğum için olsa gerek garibime gitmişti. Ben de buraya gelen bir konuktum.
"Peki ya, öyle mi?" diye sorduğumda bakışlarımı usulca ona kaldırdım. "Burası gerçekten konuk sevmez mi?"
"Sevmez," dedi Kuzey net bir dille. "Alır, götürür, öldürür seni. Sen de elbet gideceksin buralardan, ait olduğun yere döneceksin. Buralar hiç konuk sevmez."
Bir düşman kapıyı çalar.
Elinde ölümle bekler.
İmkânsız bir aşk başlar.