Kırağı ve Ateş, yan karakterlerin hikayesi.
Onun hayatıma girişi, ezbere bildiğim her şeyin büyük bir depremle kocaman bir enkaza dönüşmesi gibiydi. Her şey yıkılmış, moloz yığınları beni ezmiş ve toz bulutları ciğerlerimi sararak bana işkence etmişti. Fakat ben, Selin Andaç, her şeye rağmen, ellerimi çizen paslı çivilere, üzerime durmadan devrilen tonlarca ağırlığa rağmen iyileştirilmesinin imkansız olduğu bütün bu yaralarla enkazın en tepesinde dikiliyordum.
Hiçbir şey beni ezememiş, dibe mahkum edememişti. Ayak bileklerime dolanan milyonlarca el vardı geçtiğim yolda beni dibe çeken, direndim, savaştım ve kazandım. Fakat zaferi göğüslediğim bütün bu savaşlara rağmen kara alaşımın içinde doğan, ruhunun en ufak zerresine kadar ona bulanan bir adam tek bir kelimesiyle beni hiç olmadığım kadar dibe gönderebiliyordu. Sonra ben tekrar savaşıyor yeni ve çok daha derin yaralarla eskisinden daha hırslı bir şekilde tırmanıyordum zafere giden o sarp yolları. Her dibe vuruşumda tekrar ve tekrar...
Tekrar dibe, olduğumdan daha derine batacağımı bildiğim halde savaşıyordum. Her şeyin çok daha kötüye gideceğini bilmeme rağmen yanında kalmak için her şeyi yapıyordum. Ben onun tek bir sözcüğüne daha sığınabilmek için kendimden vazgeçiyordum.
Ve sonunda tekrar dibe vuruyordum. Ait olduğum yere dönmemin bazen tek bir bakış bile sürdüğü oluyordu.
Ama vazgeçmiyordum.
Biliyordum, üzerinde sadece birkaç saniye kalabildiğim o zirveden daha yukarısı yoktu benim için.
Biliyordum, ruhuna ulaşmak için açtığım bütün kapılar, yıktığım bütün duvarlar ve vazgeçtiğim bütün değerlerime rağmen biliyordum.
Benim ruhuna ulaşmaya çalıştığım bu adamın bir ruhu yoktu, artık.
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....