"İnsanların kişilikleri isimlerinin anlamlarıyla ilişkilidir," dediğinde kısa bir an ne demek istediğini algılayamamıştım ama saniyeler sonra devam etti. "Güzelliğini güneşin kızıllığından alan." "Çoğu kaynakta güneş yerine ateş yazıyor. Ulaşılması imkânsız olan güneşin aksine harlanıp sönebilen ateş sanırım benim kişiliğime daha çok uyuyor." Çok çabuk harlanır, saniyeler içinde de sönerdim. Eğer kişiliğim ile ismimin bir bağlantısı varsa, ateş büyük bir etkendi. "Ateş güneşin sıcağından doğar. Mantık çerçevesinde baktığımız-da iki anlamda birbirine çıkıyor ama ben sana güneşi daha çok yakıştırıyorum." Bunu normal bir zamanda söylemiş olsaydı, sana ne benim ismimin anlamından, diye düşünürdüm ama boynumdaki kolyenin varlığı açıktaki tenimi yakıyordu ve ben düşünme yetimi dakikalar önce kaybetmiştim. Karşı çıkamıyor, tersleyemiyordum. Sanki ben, ben değildim. Kolyeyi takmakta hata etmiştim. Elimde hiçbir şey yokken, geçmişe dönemezdim. Göğsümde büyük bir ağırlık, ağırlığın üzerinde kolye vardı ve beni yavaşça aşağı çekiyordu. Ben kendi kendini yakan bir ateşten fazlası değildim, güneşle yakından uzaktan alakam yoktu. "Gözlerine," dedi ateşe çalan gözleri, ela gözlerimden öteye kaymazken. "Hüzün yakışmıyor."