Acılar birbirine karışmış, tuhaf bir sarmal oluşturmuş, belli.
O deli gibi değil, sadece kafasındaki uçurumun başında kendini saatlerce asılı bırakır.
Kırmızıyı kana, griyi bulutlara, yeşili bana yakıştıramaz. Zamana ayak uydurabilir ve hatta zamanı kendine iyilik olsun diye başkalarının leyhine çevirir.
O ruhani ölümlere ebediyet vermiş. Bense kısa süreli acılara ölüm demişim.
O başına buyruk değil, bense zihnime değil vücuduma ihanet etmişim.
İkimize aşık bir huy ve ikimize zulmü hatırlatan o sevimsiz renkler.
İnsan her yara aldığında daha çabuk iyileşir mi gerçekten?
Yoksa o yaralar zamanla sadece daha derine mi işler?
Acı, yalnızlık ve bitmek bilmeyen karanlık... Bunlar büyürken bana eşlik eden tek duygulardı.
Çocukluğum onların nefretin gölgesinde sessizce kayboldu.Sevilmenin ne olduğunu bilmeden, ağır bir sessizlik içinde geçti.
Büyüdüğümde yanımda yalnızca alıştığım o soğuk boşluk vardı. Yaralar birikti, izler derinleşti. Hepsi bir şekilde geçti ya da geçmedi. Şimdi geriye ne kaldı bilmiyorum; sadece bir boşluk, sessiz ve sonu olmayan bir boşluk...