Her kanat çırpışında yer yüzünde oluşan sarsıntılar ile çiçeklerden uçuşan tohumlar yavaşça toprağa düştü. Küçük pırıltılar eşliğinde olgunlaşıp boynunu gere gere büyüyen tomurcuklar yapraklarını gökyüzüne doğru açtı. Kırmızı kanatlarını bulutların arasından geçirirken tek düşünebildiği şey insanlığın sonuydu. Son bulmalıydı bu vahşet. Gerekirse kendisi sanıldığı gibi vahşi bir yaratığa dönüşürdü ve onları sonlandırırdı. Ufuktan yükselen Güneş, kızıl gözlerine çarpıyordu. Pençeleri savaşın etkisi ile kırılmıştı. Yer yer kopmuş tüyleri hala dökülmeye devam ediyor, rüzgarla birlikte süzülüyordu. Gözlerinden bir yaş düştü. Yere düşen göz yaşı büyük bir çınar ağacının yeşermesine neden oldu. Gagasını açıp güçlü bir şekilde öttü. Bunun son ötüşü olduğunu biliyordu. Bu sefer küllerinden geri doğamazdı. Güneş doğdu fakat beraberinde onun güçlü bedeni öldü. Yere çakılışıyla göçen sert toprak canını acıtmıştı. Acı bir şekilde öttü. Gözlerini kapatmamak için kendini zorlarken küçük bir kız geldi yanına. Sarı saçları iki yanında örgülü, beyaz tenli, topak yüzlü bir kızdı. İnsan ırkından olamayacak kadar masumdu. Minik ellerini onun gagasına dokundurdu. "Korkuyorsun değil mi?" Dedi bebeksi sesiyle. "Korkma, korurum ben seni." Diye devam etti sözüne. Korudu. Belki geçmişte, belki şimdi, belki gelecekte... Belki de sonsuza kadar...All Rights Reserved
1 part