Elindeki kalemi sıkıntıyla döndürürken kalemin yanlışlıkla ahşap masaya düşmesi ile oluşan ses yüzünden irkildi, ardından yüzünü buruşturdu. Yazdığı parçanın son kıtasını tamamlayamadığı için derin bir şekilde oflayarak elini masaya koydu. İnce telli, eskiden kalçasına kadar uzanan fakat şu an omuzlarını okşayan saçlarını sol tarafına alıp yanağını eline yasladı. Ardından ince uzun ve kemikli parmaklarını eski ahşap masanın üzerinde duran mumun titrek alevinin içinden yavaş hareketlerle geçirmeye başladı. Hava zifiri karanlıktı; yelkovan yediyi akrep ise üç ile dört arasındaki boşluğu işaret ediyordu. Ekim ayında olmalarına rağmen penceresi açıktı, esen rüzgar perdesinin tülünü şaha kaldırıyor, ardından kısa bir süreliğine dizginliyordu. Bir gürültü duydu, kucağında uyuyan kedisi irkilerek aniden kabardı. Penceresinin altından gelen sesler meraklanarak ayağı kalkmasını sağladı. Yavaş adımlarla penceresine ilerledi. Sesler birkaç saniye sonra kesilmişti, şu an duyduğu tek şey korkuyla çarpan kalbiydi. Kapısı gıcırdadığında korkudan arkasını bile dönemedi, adeta put kesilmişti. Kedisinin hemen kendisinin yanında, kapıya doğru bakarak dehşetle tısladığını gördüğünde korkusu hızla katlanmaya başladı. Gözlerini sıkıca yumdu. Üçe kadar saydı. Arkasını döndü. Bir çığlık koptu. İşte o çığlık, bir ruhun kayboluşunun feryâdıydı. Tüm Hakları Saklıdır.All Rights Reserved
1 part