İnsanoğlunun sahip olma arzusu sonsuzdur. Ele geçirdikleri, sahip olma arzusunu törpüleyeceği yerde, yangınları söndürmeye çalışan titrek yel gibi beceriksizce onu büyütür. Tatmin olma duygusu ise kayıptır. Tanrı, insanoğlunun tamahkârlığından aşırıp aklına ilave ederek, yüreğinin dizginlerini insanoğluna vermiştir. Eğer insanoğlu onu derinliklerden çıkarabilir ise ne âlâ; o vakit bilgelik yüklü bir dinginliğe kavuşur. Aksi halde, sahip olma arzusu önüne çıkan her şeyi tüketmekten geri durmayacaktır.
Daha çok güç, onu muhafaza etmek için hep daha fazlasını gerektirir. Ateş de böyledir. Gökyüzüne karşı, böbürlenerek sergilediği heybetli gösterileri muhafaza etmek istiyorsa durmaksızın beslenmelidir. Densizin biri odunları çalacak olursa ihtişamı sönecektir.
Tarih ve nesiller boyunca dingin bir bilgeliğe kavuşanlar, daima diğerlerine de bunu bulaştırmaya çabalamıştır. Teknolojinin azami sınırlarına ulaşmış olan insanoğlu, doğanın saf enerjisini bedeniyle kontrol etmeyi öğrenmiş, içine saklanmış gücü açığa çıkarmıştır. Zayıflıkları örtecek her yeni kabiliyet, güç çatışmalarını daha da körüklemiş, bir grup vicdan sahibi ise yıkımı tersine döndürmek için güçlerini birleştirmeyi denemiştir. Hayatı oluşturan tüm unsurlar tek bir merkezde toplanmış, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir büyü yaratmıştır. İşte böyle başlar Hayat Getiren efsanesi...
Her şeyde olduğu gibi bir parça iyiliğe karşı bir parça da kötülük yükselmiştir. Yapılan bunca fedakarlığa rağmen ne oldu da, beklentiler boşa çıktı?