Hepimiz aynı dünyaya doğmuşken, içimizde taşıdığımız o küçük dünyaların birbirine bir ışık yılı uzakta durması, gençlik yıllarımın ilk birkaç senesini yalnız geçirmeme sebep olan yegane düşünceydi. Her birimiz farklıydık birbirimizden. Özel üretimdik. Hani dışarıdan bakınca ellerimiz benzer ya birbirine, işte tıpkı onlar gibiydik. Gereği kadar incelemedikçe, parmak izlerimizin nasıl da birbirinden farklı olduğunu göremiyorduk. Herkesi dışarıya yansıttığı kadarıyla tanıyıp, kimsenin derinine inmeden aradaki mesafeyi korumaya çabaladığımız için belki de en güzel arkadaşlıkları pas geçiyor, beraber yaşlanmak isteyeceğimiz ruh eşimizi geride bırakıyorduk. En acısı da bundan haberimiz dahi olmuyordu. Kim bilir, şimdiye dek olduğu kadarıyla yetinirken, asıl olması gereken kaç kişiyi kaçırmıştık elimizden? Gelgelelim benim kafamda böyle soru işaretlerine yer olmazdı her zaman. Çok insan, çok sorun demekti bana göre. Koruma kalkanım ise yalnızlık ve geleceğe yönelik kurduğum planlarımdı. Bundan on sene sonrasında hangi meslekle uğraşacağımı, saçımı hangi model kestireceğimi yahut ne tarz kıyafetler giyeceğimi az çok kestirebiliyordum. Şişenin dibini henüz göremesem de midem tamamen dolduğunda kendimi nasıl hissedeceğimi tahmin etmek çokta zor değildi. Benim kestiremediğim kısım, bu süreçte yanımda kimlerin olacağıydı. Hangi insanın, ne sebepten ötürü hayatımda kalacağı ve birlikte nereye kadar gidebileceğimizdi beni ilgilendiren.
3 parts