Biz biraderler ve bacımız... Evet o bizim bacımız. Benim bir büyüğüm, hepimizin de en büyüğü. Korkmuyoruz gelecekten, çünkü o var; bacımız... ... 1960 'ların ilk yılları...belki de sene; 1965 veya 66 Henüz İstanbul'a teşrif etmemişiz; memlekette, köyümüzdeyiz. Yaşım dört veya beş, malum engelimden dolayı kendi halimde yürüyebilmeyi henüz becerebiliyorum. Dini bayramlardan birisini yaşıyoruz. Mahallemizin çocukları; her birimizin elinde kumaş parçalarından (çaput) yapılmış keseler(cüzdan) ve çok zor ihtimal de olsa İstanbuldan birilerinin göndermiş oldukları ''şehir makarnaları''nın naylon poşetleri. İçlerine bahşiş olarak bizlere verilen ''kınalı şeker''leri, ceviz, dut pestili ya da çirleri(kurutulmuş meyvalar) koyacağız. Ya bahşiş olarak para...o da neymiş? Henüz literatürümüzde olmayan bir kavram. Ama hepimizin favorisi ille de kınalı şeker Şiddetli bir kış. Evden ahırlara gitmek, hayvanları yemlemek için karla kaplı yol henüz açılabilmişti. Malum bayramımızda da kınalı şeker toplamaya çıkmıştı mahallenin çocukları. Köyümüzün diğer mahallelerini ziyaret etmek belki bacım(ablam) gibiler için belimiz seviyesine gelen karları aşarak yürümek mümkündü ama benim için asla... İşte öyle bir zamanda ve ortamda benden birbuçuk yaş büyük ablam evde yalnızlığa mahkum etmedi beni. Bir hışımla sırtına aldı; diğer arkadaşlarımızla beraber belki iki, beki de üç kilo metre yolu düşe kalka aşarak kınalı şeker topladık. Evet, herkesin kardeşi vardır, benim de ablamdan başka beş kardeşim var ve onlar da benim için ayrı ayrı birer kıymetler ama onlarda derler ki bu bizim ''ANAKARDEŞ''imiz. Aslında anamızın yarısı demek için ''anakardeş''imiz dedim, o fazlasıyla hak ediyor. Seni seviyorum Bacım. Mehmet Soral soralmehmet@hotmail.com