Düşündüm öylece yaradan herkesi iki saatte yarattıysa onu dört saatte mi yarattı? Sonra vazgeçtim. Dört az geldi, altı dedim. Sekiz, on, on iki baktım ikinin katları az geliyor dokuzun katlarına geçtim ve sonunda fark ettim ki onun güzelliğine tahmin biçmek, yıldızlara tahmin biçmekten daha zor. Oysaki okyanus kadar mavi bakmıyordu veya içinde kaybolmak isteyeceğim bir orman gibi yeşil değildi gözleri. Koca birer çöl gibiydiler yer yer kapalı, yer yer açık kahvelere ev sahipliği yapıyordu. Öyle aman amanda değildi üstelik, çöl gibi dedimya öylesine kurak, öylesine sıcak.
Beynim lanet bir hastalığın esiriyken 'sevdiğim adam' dediğim insana ait hatırladığım tek şey; sıcak bakışlarının getirdiği sevgiydi. Yıllarımıza dolanan zehirli sarmaşık beni bir bilinmeze sürüklerken, yol arkadaşımı soğuk toprağın altına mahkum etmişti. Daha altı yaşında küçük bir kız çocuğuyken kaybettiğimin sadece ağabeyim olduğunu sanıp göz yaşlarımı bir tepeden aşağı bırakırken, şimdi yirmi dört yaşında ki büyümüş bedenim ve zihnime kaybettiğimin bununla sınırlı olmadığının farkındaydım.
-----
Göz kapaklarına erişmiş kan, göz pınarlarına akarken titrek kirpikleri kapandı ve aynı anda sanki olanları hissetmişcesine şehin diğer ucunda, bir Adem oğlunun boğazından çığlık koptu. Ve o gün; tüm dünya olmasada küçük bir şehir efsanevi Anka'nın bu sefer küllerinden doğuşuna değil, küllerinde boğuluşuna şahit oldu.