Herkesin bir hikayesi vardır. Gerek kendi hayatı, gerek yazdığı, gerekse yazamadığı. Yazmaya kıyamadığı hayalleridir; yazdıklarıysa umutları.
Kim olursak olalım, dünyanın hangi yerinde yaşarsak yaşayalım, ta derinlerde bir yerde hepimiz bir eksiklik duygusu taşımaktayız. Sanki temel bir şeyimizi kaybetmişiz de geri alamamaktan korkuyoruz. Neyin eksik olduğunu bilenimiz ise hakikaten çok az.
Paralel dünyalar olmadığını düşünürsünüz ama vardır. İçinizde var olabilirler. Bir an sıradan bir kız olabilirken bir dakika sonra bomboş bir deniz kabuğuna dönüşebilirsiniz. Bir köşeyi döner ya da kendi karanlık odanızda gözlerinizi açar, size ait ama aynı zamanda sizin olmayan bir dünyaya adım atarsınız.
Bir süre sonra insanlar, pek de umrunda olmuyor. Kimseyi değiştirmeye çalışmıyorsun. Kimin ne düşündüğü, kimin ne yaptığını umursamıyorsun. Yorulunca kendi kabuğuna çekilip o küçük dünyanda yanlız yaşamayı öğreniyorsun. Anlık mutluluklar yaşayıp derin hüzünleri tek başına atlatmayı öğrendiğin vakit, kimseye de ihtiyacın olmuyor. Siz buna yalnızlık diyorsunuz, ben ise huzur.
Ne olacaksa oluyor zaten.
Engel olamıyorsun.
Tahmin edemiyorsun.
Seçim yapamıyorsun.
Herkesin haklı sebepleri oluyor herşeyin sonunda.
Çünkü ile başlayan cümleler kuruyorlar sana.
Alışıyorsun...
Hatta aldırmıyorsun.
Gerçek hayat kötüdür, acımasızdır. Kahramanlar, mutlu sonlar ve olması gerekenler umrunda değildir. Gerçek hayatta kötü şeyler olur. İnsanlar ölür. Kavgalar kaybedilir. Kötülük çoğu zaman kazanır.
Başlamadan önce bunu iyice anlamanızı istedim.