Karanlık bir gökyüzünün altında tutmuştu genç kızın ellerinden, o henüz yok olup gitmeden önce.
Genç kız sevdiği adamın gözlerine büyük bir hayranlıkla baktı. Gözleri parlıyordu. Hissettiği duygu yoğunluğundan dolayı, kalbi göğüs kafesine sığamıyormuş gibi atıyordu.
Dünyaya hangi zaman diliminde gelmiş olursa olsun, kalbinin yine tek bir kişi için atacağına inanıyordu.
Adam sevdiği kadını kaybettikten sonra kendini herkese kapatmıştı ama onun ruhunun, tekrar bir bedene bürünüp geleceğini düşünüyordu. Çünkü genç kız ona, tekrar doğup her ne pahasına olursa olsun, birlikte olacaklarını, yarım kalan hayatlarını devam ettireceklerini söyleyerek söz vermişti. Tanrının onlar için adil olmasını istiyordu. İnanmak istediği, var olduğunu düşündüğü tanrı bu kadar adaletsiz olamazdı. Sevdiği kadın ellerinden kayıp giderken, kendisinin hiçbir şey yapamıyor oluşu onu delirtiyordu. Eğer öyle olmazsa, eğer onun için geri dönmezse, çok fazla can alacaktı. İnsanların o değersiz hayatlarına son verecekti. "Hiçbir şey yarım kalmayacak" dedi genç kızın cansız bedenine sıkı sıkı sarılır iken. Ayrıca onları birbirinden ayıran insanlardan intikam almalıydı. Adam kızın solgun fakat bir o kadar da güzel olan yüzüne baktı, "Unutma söz verdin, beni hatırlayacaksın" dedi.
Bu döngünün sonunun nasıl olacağı ise tam bir muammaydı.
"Ölümümün onun güzel ellerinden geleceğini bilseydim tek bir an tereddüt etmez kendimi ona bırakırdım."
Kurgu tarihi: 04.02.2016 00:27
yazılmaya başlandığı tarih: 02.06.2018 20:07
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.