Savaş çok büyüktü. Vatan toprakları yavaş yavaş parçalanmakta, şehitler verilmekte, halk çocuk, yaşlı demeden cepheden cepheye cephane taşımaktaydı. İşte Ahmet 'te o çocuklardan biriydi. Daha sekiz yaşındaydı. Babası cephede savaşırken annesi hemşirelik yapardı. Ahmet'se ablasıyla beraber cepheden cepheye cephane taşırdı. Abisi daha iki ay önce savaşta hayatını kaybetmişti. Bu acı yüreklerini dağlardı. Yine karlı bir günde Ahmet ve ablası Songül yola koyuldular. Hava çok soğuktu. Yüzleri ve elleri yanıyordu. Ancak orda cephane bekleyen askerler, canları pahasına savaşan Mehmetçikler vardı. Yolda onlar gibi cepheye giden dört kağnıı konaklamak için hana gitmişti. Ancak vakit dardı. Songül ve Ahmet soğuğa karşı yollarına devam ettiler. Bir süre sonra Songül kağnıyı durdurdu. Elleri soğuktan buz kesilen kardeşini alnından öperek kaldırdı. Ahmet şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Songül, elinde bir sandık cephane, komutanla konuşuyordu. Komutan sandığı Songül'ün kucağından aldı......