En son ne zaman eşinizin veya sevgilinizin dışında birine ''Seni Seviyorum''dediniz. Erkek ile kadın ya da çocuk. Şekli, şemaili, cinsiyeti çok mu önemli ? Sonuçta ağzınızdan çıkacak bir iki bitişik sözcük dizisi...
Aslında her şey özünde kendini sevmekle başlıyor desem, kaçınız benim bu düşüncelerime katılır. Güzel kadınları seviyorsunuz, sevimli çocukları öpüp okşuyorsunuz, yakışıklı erkeklere bayılıyorsunuz. Normal görünüşte olan ya da görünüşü vasatın altında olan insanları da sevebiliyor musunuz? Birini sevmek, onun yüreğine, beynine, benliğine dokunmak değil midir aslında? Tensel iletişim, yani dokunmak. Sadece canlı varlıklara mı? Ağaca, kuşa, yağmura, kara, toprağa, havaya, başka insanların yüreğine, bazen bir telefon direğine... Desmond Morris'in bir kitabının adı ''Sevmek Dokunmaktır''. Hemen şu geliyor aklıma... Dokunmadan sevebilir miyiz ? Severiz tabi, niye sevmeyelim, ama biraz platonik kaçar. Düşünün ki doğduğunuzdan beri evde pencerenin önünde oturan yatalak bir insansınız. Kar yağıyor dokunamıyorsunuz, yağmur yağıyor dokunamıyorsunuz, güneş açıyor ışığını görüyorsunuz ama hissedemiyorsunuz, çiçekleri koklayamıyorsunuz. Ne kadar hazin bir durum bir insan için...
Yaş Farkı Vardır (9 yaş)! Lütfen bunu bilerek okuyunuz...
Atabey Ailesi yıllardır yaptığı mafyacılık işlerine son verip emekliye ayrılmıştı. Çağlar Atabey 4 oğlu, karısı ve yakın aile dostlarıyla huzurlu hayatının tadını çıkartıyordu. Ta ki bir gün şirketine bir mektup gelene kadar... Yıllar önce ölen kızının aslında yaşadığını ve ölü bir bebekle karıştığını söyleyen bir mektupla bütün dengeler bozulur. Bir yandan hasta annesi ve öfkeli babasıyla uğraşırken okumaya çalışan Çiçek bir yandan da şehit sevgilisinin yasıyla kavruluyordur. Bunun üzerine bir de yıllar önce karıştığını öğrenen Çiçek'i karmaşık günler bekliyor.