Ruhunun ruhuna tutsak edildiğini düşündüğü kadını kaybeden adamın çaresizliği,göz bebeklerinden okunuyordu. Yaşadığı hüznün tercümanı olan gözyaşları sicim sicim akarken yanaklarından,umutlarının da son durağındaydı artık. Hayata bağlı kalması için bir neden dahi bulamıyordu.
Kalbi adeta bir kabuk gibi ezilmişti. Sevgisiz kalan kalbin hazin sonuydu bu. Üstüne bir de,bu ölümden suçlanması,asıl çaresizliğin temsiliydi. Cahil ve düşüncesiz insanların saçma düşüncelerinden ibaretti. Kim sevdiği insanı öldürebilirdi ki? Genç adamın,en büyük imtihanıydı bunlar. Hem kayıpları,hem suçlanmaları. İftiranın Doruklarında yaşadığı korku dolu gezintinin son bulması için elinden geleni yapmalıydı. Böyle bir şeye değil kalkışmak,aklının ucundan dahi geçirmemişti. Düşünürdü bazen,evet. Hayat onu benden alırsa,ne yaparım diye. Hayat,onu ondan almıştı. Ama bunu yapan kesinlikle o değildi. Bir başkasıydı.
Ölüm,bir nefes kadar yakın,yaşam bir sonsuzluk kadar uzaktı İftiranın Doruklarında. Ruh çaresiz,beyin işlevsiz kalıyordu ve ölü bir bedenden farkı yoktu artık. Tüm yollar çıkmaz olmuş,tüm düşünceler aynı şeye odaklanıyordu. Kalp atmaktan vazgeçiyordu. Yapacak bir şey yoktu işte. Kabullenilmişti bu herkes tarafından. İftiranın Doruklarında yaşayan bir bedendi o artık. Çaresiz ve her damgaya mahkum...