-Ey Gönlüm! Nedir seni mahzun eden, böylesine dağıtan? Yine geldi mi hüzün mevsimi?
-Baksana saflığı, yokluğu giymiş hacılar; kapılmış Kâbe'nin cezbesine, kurtulmuş dünya bağlarından, pervaneler gibi dönmekte. Rahmet müjdesine sığınıp, af dilemekte...
Ahh... ! Rahmanın misafiri olmak vardı.
"Lebbeyk Allahümme lebbeyk" diye coşmak vardı.
"Emret yâ Rabbi, buyur yâ Rabbi! Çağırdın, geldim yâ Rabbi!" diye nazlanmak vardı.
Saadet asrındaymış gibi, Efendimizle birlikte tavafı tavafa katmak vardı.
Ben mahzun olmayayım da kim olsun?
Ahh... Efendim gibi dokunup, öpseydim Hacer'ül Esved'i. Hiç olmazsa selam verseydim, yenileseydim Rabbim ile ahdimi...
Koşuşsaydım Safa ve Merve arasında, ermek için rahmete...
Yakınlaşsaydım Hz. İbrahim gibi, Hz. İsmail gibi Rabbime...
-Ey Gönül! Kolay mı Hz. İbrahim gibi gözbebeğin evladını feda etmek? Kolay mı Hz. İsmail gibi candan geçmek? Kolay mı Hz. Hacer gibi ıssız çölde bebeğinle yalnız kalmak?
-Bize zor.
-Rabbini dost edinene değil!
-Bize zor.
Rabbine
Galatasaray teknik direktörünün büyük kızı olan Mayıs, derbide attığı golün ardından sakatlanan yıldız oyuncuya babasının ne kadar üzüldüğünü görünce dayanamaz. Hem babası hem de düşük not aldığı stajının puanını yükseltmek için fakülte hocalarından birisiyle bir anlaşma yapar.
Sakatlanan topçuyu üç ayda sahalara döndürmenin sözünü veren Mayıs, bu sözü verirken Doruk'un ne kadar huysuz bir insan olduğundan habersizdi. Ama kendisi de ondan aşağı değildi.
Ve top kaleye, tam isabet etmişti.