Büyük bir boşluğun ortasında gibiydim. Önümde alabildiğince boğuk bir görüntü vardı ve sonsuzmuş gibi görünen hiçlik tarafından yutulmuştum. Acıyı ve beraberinde getirdiği kırıklıkları hissedebiliyordum. Ama tam olarak kalp kırıklıkları mı yoksa bedenen hissedilen saçma bir fiziki kırıkla gelen acı mıydı her şey tarifsizdi. Tek istediğim bu hiçlikte herşeyimin de hiç olması ve son bulmasıydı. Durdum... Gerçekten bitmesini ya da olmamasını mı istiyordum? Kötü bir kâbustu. En, en kötüsü. Hayatımı yalana çeviren bu keşmekeşin içinde gerçekten pes mi edecektim, hayatım yalanlarla mı son bulacaktı cidden? Hayır, burada bitirmeyecektim. Nefeslerim sıklaşmıştı. Artık buğulu tavana bakmıyordum ama bedenim yavaşça ritmini buluyordu. O an sıcaklığı hissettim ve adımı haykıran eskiden huzurum olan sesi... Saçma bir şekilde, hala eskisi gibi hissetmek için neler vermezdim diye düşünmeden edemedim. Ama artık her şeyi biliyordum ve aşkla nefret arasındaki o küçük çizgiyi geçmeme sebep olan, canımı acımadan yakan tüm ihlalleri yapanlar için, olmam gereken kişiyi onlara armağan etme gereği her şeyin önünde duruyordu şu an. Böyle olacağını, olacağımızı nerden bilebilirdim. Oysaki ilk zamanlar aklıma geldiğinde şu an ile bağlantısını bile kuramıyordum.