Ormanın büyüsü saracak sanıyorsunuz bedeninizi. Oysaki sizi saran ve peşinden bir bilinmeze sürükleyen, ucu bucağı olmayan kendi sonsuz merakınız olacak. Bilinmezlik en büyük gizem olacak sizi peşinden sürükleyen ve her düştüğünüzde kalkıp tekrar yürümeye devam etmek isteyeceksiniz ardından... Kanayan yaralarınıza, sanki patlayacakmış gibi atan kalbinize aldırmadan...
Puslu ve soğuk bir kış sabahına açtım gözlerimi. Dışarıdan kulağıma ormanın büyüsünü fısıldayan alaca karganın sesi bir yana, dans edermişçesine o daldan bu dala savrulan rüzgarın uğultusu sarmaktaydı bedenimi. Beni çağırıyordu sanki sessiz karanlığı ve çığlık çığlığa kalmış gizemiyle birlikte yaşayan puslu ormanın derinliği. Kalk diyordu çınlayan kulaklarıma,mahmur ve çapaklı gözlerime, soğuktan diken diken olmuş tüylerle kaplı bacaklarıma... Beni de yanına çağırıyordu, kendi pusuna, gizemine, karanlığına çekmek, içinde sakladığı gizemi kusmak istiyordu belki de bu meraklı gözlerle atrafına bakan, garip adama.
İçinde hâlâ acıyan bir yer vardı, ama iyi şeyler vaat eden bir acıydı bu, tamamen kapanmadan önce kabuk tutarken yanan yaralar gibi sıcak, ama yumuşak bir acı.