"Bana âşık ol. Hadi, sana meydan okuyorum." demiştim Emily'ye ama şimdi düşününce kendi düşüşümü hazırlayan neden acaba bu meydan okuma mıydı?
Her şeye sahiptim, prestijli bir işim, ihtiyaç duyduğumdan fazla param ve bana birkaç beden büyük gelen bir egom vardı. Peki, tamam, başıma gelen trajikomik olayın sebebi de egom olabilir belki de ama yine de pasaklı bir köpeğin bedeninde yaşamaya mahkûm olmayı hak etmiyordum. Şu an büyük ihtimalle kendimi nasıl bir köpeğin bedeninde bulduğumu merak ediyorsunuz. Ama konu bu değil.
Konu şu ki, kendi bencil çıkarlarımı düşünerek meydan okuduğum ve bana âşık olan karım Emily büyük bir çıkmazda. En küçük şeylerle bile mutlu olmasını bilen Emily'nin basit hayatından benim gibi büyük bir lokma koparıldı ve o bu boşluğu nasıl dolduracağını bilmiyor. Üstüne ona söylediğim küçük ―peki, tamam, büyük― yalanlar da cabası... Şimdi ona yardım etmeliyim, ama bu yaşlı ve pasaklı köpeğin bedenindeyken bu çok da kolay olacakmış gibi görünmüyor...
Linda Francis Lee'nin Emily ve Einstein'ı gerçek, aşk ve ikinci şanslara dair yazılmış, okuyucuları ve eleştirmenleri büyüleyen kalbinizi ısıtacak bir roman.
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....