Aşk; bir odaya, bir kalbe yahut ölüme mahkum edilerek yok edilebilir mi? Zannımca tüm bunlar onu doğuran şeyler...
İsmine inat ölüme yakalanan bir adam (Can) ve kıskanılacak derecede güzel olmasına rağmen mesleğine saygısından bunu ön plana çıkarmayan alımlı bir hemşire (Arzu)...
Arzu'nun kanserli hastalarla dolu Mor odasında ölümün yıkıcılığına, hastane çalışanlarının kıskançlıklarına ve tüm olumsuzluklara rağmen aşklar, sohbetler ve hayatlar doğuyor...
Bu, acılarla örülü bir hastanede yaşanan hayata tutunma hikayesidir.
"Cerrah olmak çocuk oyuncağı, bir eti kes diğerini dik. Tek sorun şu ki ne biz çocuğuz, ne de onlar oyuncak!"
Hastanenin ekşiye çalan koridorlarından kantine doğru ilerlerken baş cerrahın, sekiz saatlik bir ameliyattan çıktıktan sonra kendi kendine mırıldandığı bu sözler kafamda yankılanıyordu. Beynini kötü huylu bir tümörün egemenliğine kaptıran ellili yaşlarda bir hasta, tüm çabalara rağmen masada kalmıştı.
"Bir eti kes, diğerini dik. Çocuk oyuncağı."
Zihnimde bu sözler çınladıkça gözlerimin önüne içi sünger dolu pelüş bebekler geliyordu. Paslı makaslar, sevimli oyuncakların karnını yarıyor ve etrafa beyaz pamuklar saçılıyordu...