Kum Kelepçe ( Kum Diyarı Aşkları-1/ Tamamlandı)
  • مقروء 1,226,020
  • صوت 73,765
  • أجزاء 99
  • مقروء 1,226,020
  • صوت 73,765
  • أجزاء 99
إكمال، تم نشرها في أبريل ٠٢, ٢٠١٦
Ankara'nın kalabalığında başlayıp, Arap diyarının ıssız çöllerine mahkûm, deli bir sevda.
İki kor yürek ve büyük bir acı. Dili ile değil ahireti ile seven bir adam, tutsaklığın da aşkı bulan güzel, mahzun bir peri. 
Kandırılarak, hükmü-aşka mahkum edilen Yıldız ve istediğini almak için her yol mubahtır diyen sultan Malik Bin Esved. 
 Adamın çektiği acıya tanık olurken uslanışını görecek. Kadının, kumdan kelepçelerle kapana kısılan çırpınışlarında kurtuluşunu dileyeceksiniz...

 Dudaklar birbirine kilitlendiğinde ikisinin de aklında ki tek beden tek ruh olmaktı. Sırları, korkuları ve gelecek pişmanlıkları kalın siyah kumaşların gerisinde bırakıp kapattılar perdelerini.  Şimdi aşk zamanıydı şimdi ellerin, dillerin, gözlerin zamanıydı. Birbirlerine yaklaştıkça ırak geliyordu milimler bedenlerine ve daha da sokuluyorlardı birbirlerinin tenlerine...
                   MALİK KAPIDA BEKLERKEN  CEHENNEMDEN KAÇIŞ YOKTUR!!!
جميع الحقوق محفوظة
الفهرس
قم بالتسجيل كي تُضيف Kum Kelepçe ( Kum Diyarı Aşkları-1/ Tamamlandı) إلى مكتبتك وتتلقى التحديثات
أو
#2çöl
إرشادات المحتوى
قد تعجبك أيضاً
AH SENDE (TAMAMLANDI) بقلم asosyalimbenn
110 جزء undefined أجزاء إكمال
Kor olmuş elem dağı bir semer misali sarmıştı bedenlerini... Kalp ağrıtıcı feryatlar dilleri zorluyor, bir türlü dökülmeyen vaveylalar boğaz yakıyordu. Suskunluk en sarsıcı tepkiydi. Ağzı bıçak açmıyor, kederli gözler asla kurumuyordu. Derdi veren Rab dermanını da veriyordu ya işte... Dinlemiyordu gönül. Defterin kara sayfası, ardındaki aydınlığı gölgeliyor, o an içinde boğulacakları kör kuyuları andırıyordu. Fakat her karanlığın bir sabahı vardı. Ve her sabah bambaşka bir yapraktı... Yirmi dört yaşında, yüz yaşında insanın hayatına sığdıramayacağı şeyler yaşamış Ahsen -Karahan- Miroğlu, feleğin en sert sillesini sol yanından yemişti. Yürek burkan hikâyesinin en can alıcı yeri silahından çıkan kurşundu. Gerçeğin aksine, kurşunu sol yanından yiyen Yavuz Arslan Miroğlu'nun çiçek açmamış toprakları buz tutmuş bahtına ve Çiyeşan soyuna inat tekrar tekrar yeşerecekti. Kuru topraklar sevdiğinin ellerinde can bulacak, yıllardır karanlığa gömülmüş mazi kendini aklayıp, pirüpak karşılarına dikilecekti. Bunca yıldır onlarca canı katleden kara yazgı gerçeğe kavuşacak ve hikaye baştan yazılacaktı. Yürek kırgındı, vicdan mahcup. Ruh perişandı, beden bitap. Diller lâl, gözler şair... Kaderin kanlı pençesinde kıvranıyordu iki can... Kirli geçmişin gölgesinde çırpınan iki kan... Ve ortak bir düşman... Belki de tek düşman. Yanlış bilinen doğrunun acı gerçeği... Hüda'nın keskin kılıcı ve aşk denilen bataklığın iki kölesi... Yürekli bir kadın, akıllı bir adamın hikâyesi... *** Kapak tasarımı @ayatutulansizofren 'e aittir. ~~Tüm hakları saklıdır, herhangi bir çalınma, izinsiz kopyalanma durumunda tarafımdan yasal işlem başlatılacaktır. ~~
^^ BERZAH ^^ (DÜŞ SERİSİ 1) بقلم pervane0130
73 جزء undefined أجزاء إكمال
Erkek egemenliğinin hakim olduğu topraklarda , bir yaşam uğruna feda edilen, hayallerine ve umutlarına zalimce balta vurulan gencecik, masum bir kızın hikayesi.. & Ait olduğu topraklardan acımasızca söküldüğünde küçücük bir tomurcuktu. Susuz bırakılmış ve günden güne solmaya yüz tutmuştu narin yaprakları. Gece, üzerini örten bir kefendi. Gün ışığı ise acımasız bir zebani... Acılarının günün birinde ona baharı getireceğini bilmeden hoyratça harcıyordu gözyaşlarını. Her gün ve her gece... Aldığı her soluk nefret kokuyordu. Öfke ve hayal kırıklığı kol geziyordu damarlarında. Bu topraklarda daha niceleri solup gitmişti onun gibi biliyordu. Birileri nefes almaya devam edebilsin diye kaç masum göz göre göre nefessiz bırakılmıştı. İlk değildi. Son da olmayacaktı. Bu toprakların yazgısı böyleydi. Umudu ve inancı günden güne törpüleniyordu. O ele avuca sığmaz haşarı kalbinin, her gün biraz daha karanlığa gömüldüğünü hissediyordu. Öylesine umutsuzdu ki; içine hapsolduğu karanlığı kabullenmeye ve kendini kaderin ellerine bırakmaya hazırdı. İçi, fırtınalı bir sonbahar gibiydi. Solgun, hırçın, dağınık ve soğuk... Mucizelere inanmazdı. Ancak doğmasını istemediği bir günün sabahında mucizesi onu buldu. O gün zifiri karanlığına minicik bir ışık huzmesi ilişti. Öylesine muhtaçtı ki; öyle yalnız ve yaralı... Hiç düşünmeden gördüğü o ufacık, cılız ışığın gölgesine sığındı. O ışığın uğrunda sürüklendi, parçalara bölündü, tükendi. Ama yine de pes etmedi. Yaradan'ın ona armağan ettiği umuda sıkıca tutundu. Yorgun ruhu umut vadeden o küçücük ışığın ruhuna koca bir ilmek attı ve onu kalbinin en derinine ilikledi. O andan sonra umut dolu yanı karamsar yanına el salladı. Ve güneş, tüm sıcaklığı ile soğuk yalnızlığının üzerine doğup, karanlığını ışığa boğdu.