Kang Dae Ho, Seul'de ablasıyla yaşayan Koreli bir gazetecidir. Annesi ve babası ölmüştür, ablasından ve bir eğlence şirketinde stajyer olan kız arkadaşı Kim Soo Yun'dan başka kimsesi yoktur. Soo Yun'un hayatı da Dae Ho gibi bir o kadar çalkantılıdır, şirketiyle yaşadığı sorunlar ve bir türlü çıkış yapamaması onu iyice bunalıma sürüklerken tek dayanağı Dae Ho'dur.
Bir gün Dae Ho ve iş arkadaşı Lee Hyun Shik, araştırma haberi için Japonya'nın Tohoku kentine gönderilir. Dae Ho'nun Japonya'ya gideceğini öğrenen Soo Yun ısrarlara rağmen peşine takılır fakat birkaç gün içinde Japonya'nın en büyük felaketi yaşanır, şiddetli bir deprem ve korkunç bir tsunami kenti vurur. Dae Ho şans eseri hayatta kalırken Soo Yun dev dalgalarda kaybolur ve görevliler Dae Ho'nun eline bir ölüm belgesi tutuşturup onu Seul'e yollar.
Olayın üstünden 5 yıl geçmiştir, Dae Ho zar zor alıştığı hayatına bir şekilde devam etmektedir. Ta ki Soo Yun'dan gelen maillere kadar. Dae Ho bir hacklenme olduğunu düşünse de soluğu karakolda alır ve çok geçmeden maillerin Tokyo üzerinden gönderildiğini öğrenir. Buraya geldiğinde iki Japon polisle, sivil polis amiri Hayashi Kaito ve bilişim suçları uzmanı Yamamoto Souta ile karşılaşacaktır. Bu iki adam başta Dae Ho'ya yanaşmak istemeseler de iş başka boyuta ulaşınca soruşturmaya başlarlar ve karşılarına en büyük Kore-Japon Yakuza'sı (Japon mafyası) çıkar.
''Ben onun kemiklerini bile bulmaya razıyım. Yeter ki gül koyup başında ağlayabileceğim bir mezarı olsun.''
Dil ve kültür farklılıklarına rağmen bir yerde birbirine tutunan üç adam, kayıp bir kız, acımasızlık. Sorgulamalar, gerçek ve hayal ayrımının belirsizliği. Hepsinin sonunda inanılmaz bir gerilim, aksiyon ve dram.