Oldu olası hep ormanlara ayrı bir ilgisi vardı çocuğun. Saatlerce bıraksalar evin yolunu unuturdu nerdeyse. Sabah gider akşama doğru geldiğinde üstü başı çamur içinde kalmış bir vaziyette gizlice arka kapıdan içeri sıvışır banyoya koşup duştan sonra hemencecik yemeğe otururdu. Bilirdi annesinin onu o halde görünce bağırıp çağıracağını. Hep aynı hatayı yapıpta kendini o hatayı bir daha yapmaktan alıkoyamamak gibi birşeydi bu. Umuttan bahsediyorum. 10 yaşındaydı çocuk ama içinde çok olgun bir ruh taşıyordu. Zira çocuk buraya oyun alanı gibi değilde daha farklı yaklaşıyordu sanki. Ağaçlara dokunmaktan kendini alamıyordu asla, hatta bir keresinde büyük abisi Cem onu ağacın biriyle konuşurken yakalamıştı. Aslında belkide çocuk içindeki orman sevgisini dışa vuruyordu ama bu ailesi için normal karşılanmamıştı işte. O yaşta bir çocuk bunu yapmamalıydı. Ağaca salıncak kurup sallanmalı, sonra ateş yakmalı mesela, ağaca ismini kazımalı zarar vermeli kısaca.
Hep garip olduğunu düşündü çevresi... Öğretmenleri sınıf arkadaşları hatta ailesi bile... Babası Mehmet işi gereği sık sık yurt dışına çıkmak zorunda kalıyordu. Adam kamyon şoförüydü ve bir hafta varsa bir hafta yoktu evinde. Belki de Umutun bu denli garip bir kişiliğe sahip olmasının sebebi babasının yokluğunu çiftliklerinin arkasındaki o büyük ağaç topluluğunda bulmuş olmasıydı. 4 kişilik SAL ailesi baba Mehmet Sal anne Figen Sal, büyük oğulları Cem Sal ve hikayemizin odak noktası küçük Umut... Çok tatlı bir aileydi aslında dışardan bakıldığında ama neden bilinmez hep uzakta durandan suskundan korkacaksın derlerdi ya, evleri ilçenin kırsalında kalıyordu. Evde ne olup bitiyor kimsenin haberi olmaz pek komşularla yakınındaki evlerle haşır neşir olmazlardı. Etliye sütlüye karışmayan cinstenlerdi bu insanlar. Temmuz güneşi etrafı oldukça yakıyordu.
Genç kız mafya kocasından her gün. Şiddet görerek güne uyanıyordu mafya kocası hiç mi bıkmıyordu ona vurunca hiç mi vicdanı sızlamıyordu hiç mii hayatı boyunca böyle mi yaşayacaktı...?