Sırtımı dayadığım soğuk taşlardan kaldırdım ve hücrenin rutubetli havasını içime çektim. Az yukarıdaki delikten sızan gün ışığı hüzmeler halinde içeriyi aydınlatıyordu. Ama bu bile ortamdaki kasveti dağıtmaya yetmiyordu. Takdir edersiniz ki şimdi durum yeterince kötü değildi. Geceleri , özellikle geceleri karanlık zifir olur her yeri kaplardı. Bu yüzden geceleri uyumaya gayret ederdim. Göremediklerimden değil görebileceklerimden korkardım. Gözlerimi taşların girinti çıkıntılarına dikmiş gölgeleri anlamlandırmaya çalışıyordum. Sonra onları ister istemez paslı demir parmaklıklara kaydırdım. Yaklaşık iki düzine dikine sinir bozucu sıklıkla dizilmiş demir sütunlar... Bugün esaretimin bilmemkaçıncı günü. Ve prangam git gide kalınlaşıyor; umut uzaklaşıyor. Belki sırt çantamı yüz kırk yedinci kez baştan karıştıracağım, en son kurduğum hayalin devamını getireceğim, hayatımı zibilyonuncu kez gözden geçireceğim, aklıma bir zamanlar takılmış saçma sapan sorulardan birini cevaplamaya uğraşacağım... Aslında belki yapacak daha yaratıcı bir şeyler bulabilirdim ama oksijen azlığından kafam bu aralar pek iyi çalışmıyor. Küçük şeylerle uğraşıyorum,maksat zaman geçirmek, delirmeyi geciktirmek. Daha önce kendimi hiç böylesine bulunduğum zaman boylamının dışında hissetmemiştim. İşler ne zaman bu hale geldi, tam olarak tahayyül etmek çok zor, bunun için zamanda geriye gitmem gerekecek. - Bir hafta nasıl ama? - Muhtemelen durum bununla aynıydı. - Bir ay... -Biraz çok az daha geriye. -Bir buçuk? -Hah, tamam! Bu iyi. Benim adım Özgür, çok değil bir buçuk ay önce sıradan bir üniversite ögrencisiydim...
45 parts