"Kimsesiz..." diye fısıldadı, sesi bir yaradan sızar gibiydi.
"Kimsesizler..." dedi, bu kez daha yüksek, daha içli.
"Biz, sokağın bile kucak açmadıklarıyız, Hazan. Geçmişimizde barutun, kanın, terk edilişlerin kokusu var. Biz, aynı acının izini taşıyanlardanız." Omuzları gerildi, gözlerindeki ifade sertleşti.
"Burası bizim şehrimiz. Burası Kimsesizler Şehri, yuvamız. Bizlerin hayatı, bu kapıdan geçtiğimiz anda başlar. Şehrin kapılarından geçen, geçmişiyle savaşmayı göze alandır artık."
"Yine de..." dedim, bakışlarımı karanlıkta gezdirirken. Gözlerim alışmıştı artık loşluğa ama içimdeki sis dağılmıyordu. "Kimsesiz demek... Ne bileyim, bir sızı gibi buruk bir his bırakıyor insanda."
Gözlerini üzerimden ayırmadı. Yüzüne, ölümün kıyısında durmuş birinin hüznü sinmişti.
"Bırakmalı, Hazan... Çünkü biz, şehrin ışıltılı sokakları arasında yankılanan suskunluğuyuz. Ruhu kimsesizliğe itilenleriz." Derin bir nefes aldı; söyledikleri ağır geliyormuş gibi, ciğerlerinden hüzün taştı.
"Kalabalığa rağmen..."
~~~
"Burada kimse nereden geldiğini sormaz. Geçmişin yargılanmaz. Burası Kimsesizler Şehri. Burada sınırlar, yalnızca senin koyduğun kadar."