Turgut Uyar'dan olduğunu tahmin ettiğim dizeleri öyle içten, öyle pamuksu bir sesle sıralıyordu ki bütün dünyadan soyutlanmış, nefes almayı bile unutmuş, yalnızca sesinin ipeksiliğine kapılarak söylediği cümleleri dinliyordum:
"Şimdi bir garip rüzgâr geçer bilir misiniz?
Saplı'nın hanındaki kavaklardan...
Halbuki ben yıldızlara bakıp da Ağlamalıydım.
Bulutlar bir yeşil, bir beyaz öylece
Kalbimde bir üzüntü kimsesiz, ürkek
Tatlı baş dönmelerine benzer bir gece
Sonra bir eski şarkı hatırlar gibi
Bir ses, yabancı ve güzel, uzaklardan..
Herkes kendi hürlüğünde ölmeli
Ölmek, ölmekse.."
Son sözler aklımda dönüp dururken gözlerimi açtım ve karşımdaki bu ensesine kadar uzamış kumral saçları, kumral teni, çenesine doğru hafif sivrilen yüzü ve ileride yüzüne bakınca içine hapsolacağım kahverenginin en açığına sahip gözleri olan adamı inceledim.Uçak türbülanstan çıkmıştı çıkmasına, ama galiba bu kez ben girmiştim...İşte şimdi, tanıştığımıza gerçekten memnun olmuştum Seymen Yiğitoğlu.