* * *
Köşede kalmış, karanlığın gölgesine saklanmış sırtı dönük, geniş omuzlu, uzun boylu bir adam... Sesleniyorum ona ama bana dönmüyor. Yanına gitmeye yelteniyorum sessiz ve titrek adımlarla. Yaklaşıyorum ona ama yaklaştıkça uzaklaşıyorum. Boynuma bir şey saplanıyor ve acı tüm vücuduma yayılıyor. Bu ağrı başladığı yerden ayak uçlarıma kadar bütün damarlarımdan geçiyor. Bedenim titriyor ve acı bir çığlık yükseliyor boğazımdan... Ağrının vücudumdaki yayılışını hissediyorum. Kalan son gücümle arkama bakıyorum, kimse yok. Gözümü kapayıp başımı sallıyorum hafifçe. Köşedeki adam da yok... Gözüm kararıyor. Yere düşüyorum, kafamı kaldıramıyorum. Gözlerim defalarca kapanıyor, açıyorum kapanıyor, açıyorum kapanıyor, açıyorum... Omzumdan yere küçük kan damlacıklarının düştüğünü görüyorum. Döküldükçe çoğalıyor , çoğaldıkça dökülüyor...
* * *
"Eksiklerimiz kusurlarımız değildir."
Ailem beni hep bunu söyleyerek büyütmüştü. Eksikleri olan insanları dışlamamayı, onları sevmeyi öğretmişlerdi. Ama neden bahsettikleri şey kendi başlarına gelince bana sahip çıkmamışlardı, yük olarak görmüşlerdi.
Benim güzel bir hayatım vardı. Sevecen bir ailem vardı. Beni çok seven bir nişanlım. Gerçekleştireceğim hayallerim...
Sonra bir gün bir kaza geçirdim. İlk başta seslerim, sonra nişanlım, sonra ailem sırayla terk etti. En sonunda kazaya sebep olan kişi ile kaldım.
Sonra kalbim "Artık konuşma sırası bende" dediğinde bende sesizce onu dinlemeye başladım.