İblis; cennetin soğuk sularını da gördü, cehennemin ateşli çukurlarını da
Güneşin vahşi kızıllığını da izledi, ayın puslu çehresini de
Issız çöl kumlarına da dokundu, suskun kar tanelerine de
Gecenin acımasız karanlığında da kavruldu, ancak aydınlığın hazzını ilk kez O'nda tadacaktı.
Melek iblise aşık oldu;
onun cehenneminde kayboldu,
pençesinde hayat buldu.
•
Serin saten çarşaf tüylerimi ürpertirken kemikli elleri belimi buldu. Parmak uçları benim sabırsızlığımın aksine sakindi, bel oyuntumda biraz oyalandı ve göbek deliğime kadar ulaştı. Teninin tenime değmesi fikri bile beni yanlışa, çok yanlışa sürüklüyordu. Sıyrılan tişörtümü indirmek, ellerini uzaklaştırmak istesem de bedenimdeki her hücre devam etmesi için çığlık çığlığaydı. Elleri tekrar belimi bulduğunda ani bir hareketle beni kendine çekti ve sırtım sert göğsüne dayandığında, birkaç saat önce inatla içtiklerim aklımdan tek bir mantıklı düşünce geçmesine izin vermiyordu. Düşüncelerim anahtarını kaybettiğim bir odada, yere saçılan cam parçaları gibi dağılırken hiçbiri eşini bulamadı. Kanımda dolaşan alkol gibi ona git gide sarhoş oluyordum. Sıcak nefesini enseme verirken fısıldadı:
"Keşke seni öldürmek zorunda olmasaydım."
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.