Kadın çok da güzel sayılmazdı. Onun yanında sönük kaldığı bile söylenebilirdi. Onun büyüsü öyle ihtişamlıydı ki, kadın yıllardır, hala inanamıyordu. Bir bakıma haksızlıktı bu ama kadın umursamıyordu. Ona ait olduğu sürece kimin daha göz kamaştırıcı olduğu umrunda değildi.
Bir şey vardı ki… Gözyaşları akmaya başladığı zaman en güzel hep o oluyordu. Sanki içindeki tüm iyiliği akıtıyor, ışık saçıyordu. Kadın, ağladığı zaman güzel olduğunu biliyordu. Şişmiş, kocaman, hayat kadar vahşi gözleriyle ve onları biraz olsun uysallaştıran kirpikleriyle, silmekten kızarmış burnu ve küçücük ağzıyla daha değerli oluyordu. Kadın anlamsızca hep ağlamak istiyordu. Eğer içindekileri ona anlatabilecekse, kadın aylar, yıllar boyu ağlayabilirdi.
Acının hayat bulduğu kadın… Sanat eserlerini çağrıştırıyordu. Ancak böyle zamanlarda kadın kendini ona yakıştırıyordu. Kendine güvensizlik değildi bu, çok sevmekti. Onun yanına kendisini bile yakıştıramayacak kadar delicesine seviyordu. Kadın onun için deliliğin sınırlarında dolaşıyordu. Aşkın mantıksızlığına inat mantıklı davranmaya çalışıyor ve her seferinde daha çok battığını hissediyordu. Kadın böylece karar verdi, kendini ona eş olarak gördü. Bir anda özgürleşen hareketleri hala tutsak olan aklını başından alıyordu. Peki, kalbini özgürleştirebilir miydi? Kadın istemedi, ona bağlı olmayı seviyordu.
Kadın gözlerini kapatıp onu düşündü. Sonra da sıradanlığına kızarak yemyeşil gözlerini kocaman açtı. Ah, ne kadar da farklıydı… Gerçekten, tüm dünya onun hizmetine mi girmişti? Nasıl ondan iz taşımayı becerebiliyorlardı? Sanki her yerde onun imzası vardı. Her zaman nefret ettiği ama sürekli yenisini almaya üşendiği perdesinden, kenara bıraktığı mendiline kadar. Düşüncelere dalıp içemediği sigarasından, kitaplarına kadar… Tüm aykırılıklarda o gizliydi. Kadın sadece onu görebiliyordu. Duvarının rengi değildi gördüğü, bir önceki gün giydiği kıyafetleri değil, aşık olduğu kitap ayraçları değil. Kadın sadece ama sadece onu görüyordu.
Şehvet ve tutku için aşık olmak mı gerekliydi?Atlas Kuzey bekarlığa veda partisinde hiç sevmediği bir kadına dokunarak aslında şehvet ve tutku için sadece aşkın değil nefretin de yeterli olduğunu öğrenicekti.
Seçil Sezgin'le şehvet , tutku ve nefretin içiçe olduğu bir hayata istemeden de olsa adım atıcak , bağımlısı olucaktı.