~Standart bir töre hikayesi değildir.~
Nisan Yılmaz...
Yaşarken ölmek ile ölmek arasındaki o farkı daha yedi yaşında öğrenen yalnız, kimsesiz olduğunu düşünen ve umursamaz işinde başarılı bir kadındı.
İdoldü, etrafındakilere bir meşale gibi yol gösterirdi. Sevdiklerini bir anne gibi korur, kollardı.
Kendisi yanardı ama etrafındakileri hayatta tutar, onlara umut ışığı olurdu. Kimseye meşalenin yandığını düşündürmezdi. Rüzgar hızla eserdi ama gücü onun ateşini söndürmeye yetmezdi...
Onun ateşi acılarından ve geçmişinden gücünü alırdı. Hangi rüzgarın buna gücü yeterdi ki?
***
"Bir adam bana aşık oldu. Onu kendi elllerimle öldürdüm ve sen bana aşık olduğunu söyledin. Söylesene, ya seni de öldürürsem?"
"Ölürken göreceğim son insan olacaksan dünyanın en şanslı adamı olduğumu düşüneceğim."
***
Hayat, herkese adil davranmıyordu. Bunu biliyordu zaten ama yine de belki bir gün inancının kalmadığı şansın garip bir şekilde yüzüne güleceğini de...
Beklemiyordu aslında.
Nisan Yılmaz olmak güçlü bir kalkana sahip olmak demekti.
Ve hayır, o kalkanı soyadı ona vermemişti.
O kalkan Nisan'ın ellerini yara bere içinde bırakarak oluşmuştu, onu güçlü tutmak için.
Sevememek ve sevilememek onun hatası değildi.
Nisan Yılmaz, hayatını kendi elleriyle yaratmıştı ve kendi elleriyle yönlendirmiştı, hatta hikayesinin sonunu da kendi elleriyle şekillendirecekti.