~Standart bir töre hikayesi değildir.~
Nisan Yılmaz...
Yaşarken ölmek ile ölmek arasındaki o farkı daha yedi yaşında öğrenen yalnız, kimsesiz olduğunu düşünen ve umursamaz işinde başarılı bir kadındı.
İdoldü, etrafındakilere bir meşale gibi yol gösterirdi. Sevdiklerini bir anne gibi korur, kollardı.
Kendisi yanardı ama etrafındakileri hayatta tutar, onlara umut ışığı olurdu. Kimseye meşalenin yandığını düşündürmezdi. Rüzgar hızla eserdi ama gücü onun ateşini söndürmeye yetmezdi...
Onun ateşi acılarından ve geçmişinden gücünü alırdı. Hangi rüzgarın buna gücü yeterdi ki?
***
"Bir adam bana aşık oldu. Onu kendi elllerimle öldürdüm ve sen bana aşık olduğunu söyledin. Söylesene, ya seni de öldürürsem?"
"Ölürken göreceğim son insan olacaksan dünyanın en şanslı adamı olduğumu düşüneceğim."
***
Hayat, herkese adil davranmıyordu. Bunu biliyordu zaten ama yine de belki bir gün inancının kalmadığı şansın garip bir şekilde yüzüne güleceğini de...
Beklemiyordu aslında.
Nisan Yılmaz olmak güçlü bir kalkana sahip olmak demekti.
Ve hayır, o kalkanı soyadı ona vermemişti.
O kalkan Nisan'ın ellerini yara bere içinde bırakarak oluşmuştu, onu güçlü tutmak için.
Sevememek ve sevilememek onun hatası değildi.
Nisan Yılmaz, hayatını kendi elleriyle yaratmıştı ve kendi elleriyle yönlendirmiştı, hatta hikayesinin sonunu da kendi elleriyle şekillendirecekti.
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....