Hayallerini uçurumun en ücra köşelerine gömmüş bir adam.
Hayallerinin en siyahi noktalarında kaybolmuş bir kadın.
Ve bu iki insanı hayatının en çıkmaz sokağında karşılaştıran kader.
"ZÜHRE" o bir kara delikti. Karanlığın en ıssız, en bilinmez köşesinde kalakalmıştı. Ölmeyi bekleyecekti, bekliyordu. Sonra karanlığın en ücra kıyısından bir ışık doğdu. " GÜNEŞ"
Ya Güneş'le birlikte gün ışığına çıkacaklardı. Ya da karanlığın sonsuzluğuna birlikte gömüleceklerdi.
Zühre Güneş'e doğru bakıp kaşlarını çatarak "Ben özgür bir kadınım. Sen bana karışamazsın" dedi. Güneş elini Zühre'nin dudaklarına götürerek kısık bir sesle "Biz artık özgür değiliz. Biz birbirimizin tutsağıyız" dedi.
Zühre'nin ağzından şu sözler dökülüverdi. "Güneş, sen gelmeseydin. Sevilmeyi bilmeden, sevilmenin tadına varmadan ölüp gidecektim."
Artık her şey birbirine karıştı. Siyah, beyaz oldu. Beyaz, siyah oldu.