Ben, Deniz Gürsoy.
Yirmi sekiz yıllık kısacık ömrümde sadece bir kez aşık oldum. Kalbim sadece bir kişi için atıyor, bir kişinin yanında hızlanıyor ve ben kalbimle gurur duyuyorum.
Aciz bedenimin umutla şekil aldığını ve hayallerle nefes aldığımı şuan anlıyorum. Güneşin hiç doğmayacağını düşündüğüm, zifiri karanlık gecelerde sevdiğim adamın hayalini kurup kendime umut vermek istemesem de aslında kendimden kaçak nasıl hayaller kurduğumu şimdi fark ediyorum.
Henüz kavuşamadan ayrılığın yakıcı kollarında savrulmaya başlıyorum ve gözlerim doluyor. Titriyorum.
Yüreğim sıkışıyor, sıkışıyor... Onu rahatlatmak için derin bir nefes alıyorum ve sevdiğim adamın kokusu burnuma ulaşıyor. Ah nasıl da aşk kokuyor, nasıl da hayal kokuyor...
Merdivenlere adım atan adam, İlker Karali. Nam-ı diğer, kelebek adam.
Toprak rengi gözlerini yaşlı gözlerime çevirdiğinde dudaklarında bir gülümseme peyda oluyor ve ben ona bir kez daha aşık oluyorum.
Kalbim, göğsümü dövüyor. O kadar hızlı atıyor ki ömrüme yayılacak kalp atışlarının hepsini şuan tükettiğimi ve birazdan öleceğimi hissediyorum. Ölümün soğukluğu boynuma usulca nefesini üflediğinde korkmuyorum. Çünkü biliyorum. Eğer şimdi, şuan kelebek adamıma bakarak ölürsem dünyanın en mutlu insanı olarak öleceğim.
Bunun bir rüya olmasından korkuyorum.
Aynı zamanda ona dokunursam uyanacağımdan korkuyorum.
Bana bir adım daha atan İlker Karali, nam-ı diğer rüya adamım 'Deniz,' diye fısıldıyor ve dalgalanmaya başlıyorum. 'Bu sefer o aptal çocuk olmayacağım. Bu sefer o kıvrımlarda yaşayan her kelebeğe bir hayat da ben vereceğim.'
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....