En karalık anımı aydınlatan o iken, nasıl karanlığım oldu bilmiyorum.
Çok sevdim ben Yiğit'i çocuk kalbimle. Hem de her şeyi uğruna feda edecek kadar çok. Kapkaranlık bir kış akşamı, yer yüzüne düşen her kar tanesi onu kalbime getirmişti haberim bile olmadan. Uğraştığım iğrençliklerin içinde, tertemiz bir nefes sanıp içime onu her çekişim de aslında ölüm fermanımı yazdığımı bile bile kabullendim Yiğit'i. İlk defa aşık olmuştum ve korksam da yaşamak istedim bu aşkı, yaşadım da.
Hayatımın zul günlerinden önceki en mutlu olduğum zamanlarımın tek efendisiydi o. Ölüm girmeseydi aramıza belki ömrümün de tek efendisi olurdu, tıpkı benim de onun ömrü olacağım gibi...
***
Gümüş; ömrüm, varlığım, her şeyim. O çocuk gözlerinde var olan aşk 'Yiğit Mirza' diye her bağırışında kanım damarlarıma dar gelirdi. Yokluğumun, çocukluğumun en değerlisi oydu. Bilirim onun da en değerlisi ben.
Onu ilk gördüğüm an, gözümden akan bir damla yaşın hakkını çok iyi vermişti hayat. Önce bir umutla bize verdiği aşkı, sonra söke söke elimizden aldı.
Çocuk olmayı birbirimizin ellerinde öğrendik oysa. Sonra genç olduk dudaklarımızda süt değil, içki kokusu varken. Şimdi ise benim beynimde her an ölümü tetikleyecek olan hayaller, kırık kalbim de sancılar var. Gümüşümün teninde ise lanetlenmiş insanların izi. Hayat, lanetli geçmişi olan biri olarak yeniden verse bana deli fırtınamı, gümüş gözlü küçük kadınımı.
Bu kez saklarım onu, o kara günler mevsiminden, hiç kışı bildirmem her dem yaz olurdu hayatımız...
Niran...
Ateş gibi yanan yüreğiyle terk etmek zorunda kaldığı Amed'e geri dönerken tek düşündüğü ailesine destek vermekti.
Asıl yükün kendi omuzlarına ağırlık vereceğini nereden bilebilirdi?
Berdelin kara fistanı üzerine çökmek üzere göz kırparken, karşı karşıya kaldığı adam ruhunu titreten Azad Ağaoğlu'ndan başkası değildi.
Peki o...
Azad Ağaoğlu.
Hatırladığı bu alev bakışları bir kez daha gözünün önünden ayıracak mıydı?