Tüm işsizlere bağlanan özgürlük ödeneği ile müthiş bir hayat yaşadıkları sanrısıyla hayatlarına mana katılan İbaryanlılar yıllarını tüketerek günlerini geçiriyorlardı. Üstün bir oyun uygulama alanı olduğunu ilan etmiş olan İbarya, adminler konseyi altında birkaç bin uygulamanın idaresiyle kurduğu üstün millet mitiyle milyonları idare ediyor, yeni clanlardan mitine hizmet edecek paralı, yetenekli, oyuncuları cezbetmeye çalışıyor idi. Savaşların sebebi, amacı, şekli değişmiş, ölüm ve manasızlık aynı kalmıştı. Efsanelerle yoğrulmuş yüzbinler oyun platformlarının yücelmesi için ölüyor ve ulu uçmağa kavuşacaklarına inanıyordu. Aklın sükut ettiği yeni çağda endişe yerini heyecana, korku adrenaline bırakmış idi. Açlık çözülmüş, platformlar elde ettikleri tarımsal artığı itaat eden oyuncu üye sürülerine bedava veriyor, bazı işler için platformun korunmasında ölüm fedaileri olması için kullanıyordu. Bütün bu tozdumanın içinde, Ahmet Kumral Tomorzalı depresyonun dibinden yokluğun tekliğinde bu hengameyi sorguluyor, eflenip püfleniyordu. Hayat neydi? Ne arıyordu? İşte bu soruları adına deliler konseyi denen bir takım densizin peşinde giderek cevaplamaya çalışacaktı. Hayatına tekrar sahip olmak, işte bütün mesele bu, diyordu Optimus Kazım. Lider Kazım ruhta değil bedende olduğunu, ölümün kurtuluş değil yıkım olduğunu, özgürlüpün oyunda değilnoyunun dışında oynanması gerektiğini iddia ediyordu. Kazım baba son umut olabilir miydi? Tomorzalı Ahmet, bir deliliğin peşinde hayatı hayata karşı savunacaktı. Kim haklı kim haksız hep zaman karar vermiş. ancak insanlar kararsız kalmıştı. Şimdiden son belli, hikayenin sonu hüzünlü, önü topraktı. Hadi hayırlısı!
Yıl 2225.
51. Bölge'de gerçekleştirilen nükleer silah denemeleri ters tepmiş, hem Dünya'ya hem de Ay'a kıyamet getirmişti.
Ay ikiye bölünmüş, Dünya'da ise insanlık neredeyse tamamen yok olmuştu.
Armageddon'dan sağ kurtulan küçük bir insan topluluğu, yeryüzünü terk ederek yeraltında koloniler kurmuş ve hayatta kalmanın yeni yollarını bulmuştu. Geçen iki yüzyılda insanoğlu çok değişmişti.
Olimpos Dağı adı verilen bu kolonide, şefin oğlu Daeron, annesinin katili olan paralı asker Hood'un peşindeydi. Hood, sadece bir katil değildi; kızıl sise hükmeden, kulak ve dil koleksiyonu yapan, kırmızı pelerinli bir süvariydi...
Daeron, onu yakalamak için babasına yemin etmişti.
Fakat tıpkı yeryüzünde olduğu gibi, yeraltında da işler her zaman planlandığı gibi gitmezdi. Daeron, babasının katı kurallarına ve koloninin geleneklerine boyun eğmeyi reddediyor, evliliğini ertelemeye çalışıyordu. Ancak babası her şeyin farkındaydı.
Daeron'un ise bir planı vardı: Kaçacaktı.