İstanbul bu kadar güzel miydi yoksa özgürlüğe, sonsuzluğa bir adım kala ardımda bırakacağım tek şey bu şehir olduğundan mıdır bu güzel dinginlik, bu tatlı huzur... Ya bulutlar ne kadar pamuksu görünüyor, üstüne uzanma hissi yaratıyor... Bu hisse karşı gelmek zor... Bir rüzgâr esiyor mis gibi, bahar kokusunun yanında anne kokusu gibi... Esen rüzgâra inat beni sarmalayan güneşin sıcaklığını hissediyorum, tıpkı sıcak bir anne şefkati gibi, sanki 'yapma yavrum' dermişcesine... Ne zaman bir annenin çocuğunu sarıp sarmaladığını görsem, bu hissi hayal ederim, güneşin beni sarıp sarmalayan bu sıcaklığıyla annemin beni sarmalayan kollarını hayal ederim. Ve şimdi hayali annemin bu hayali sıcak kollarına veda ediyorum... Güneşin batmaya yüz tuttuğu, kızıla bulanmış bu güzel şehrin kalabalık caddelerini, sokaklarını dolduran insan kalabalığı evlerine dağılıyor yavaş yavaş, kimisi ailesine, kimisi sevgilisine, kimisi bir fotoğraf çerçevesine dönüyor. Bir bir ışıkları yanıyor evlerin, baharın sıcaklığına rağmen bacası tüten evler... Ne zaman bacası tüten bir ev görsem, içinde çocuklarını seven koruyan sıcak bir aile, dumanı tüten anne yemeği, gülüş cümbüş sofralar hayal ederim. İçinde olmadığım bu hayallere, güzellikleriyle tanışamadığım, arka sokaklarında hırpalandığım karanlığını ezbere bildiğim bu şehre veda ediyorum... Geride bırakacağım tek şey olan bu güzel şehre...
...
...
Ayaklarımın altındaki sonsuzluğa inat bileğimdeki sıcak parmaklar beni hayata bağlayan incecik bir bağ oluşturuyordu... Sadece bir adım önce uçmak, kendimi sonsuzluğa bırakmak istiyordum... Her şeyi, herkesi geride bırakmak istiyordum. Güvendiğim, beni sırtımdan bıçaklayan en yakın arkadaşımı, sırtımı dayadığım, beni aldatan hayattaki tek güvendiğim adamı, beni köşede sıkıştıran pis kokulu adamı, ama en çok da