"Yıldızların aydınlığı gecenin karanlığındadır."
Karanlık bir ateş misali gün geçtikçe yükselip etrafında kim var kim yoksa yakıyordu, başta Gece ve Karan olmak üzere. Aslında her ikisinin de bir ortak noktaları vardı. Onlar adlarının hakkını vererek yaşıyorlardı. Bu isimlerin laneti her ikisinin de hayatına bulaşmıştı ve bundan kurtulmak gün geçtikçe zorlaşıyordu. Mutluluğun yerini nefret, acının yerini ise korku almıştı. Biri siyahın gölgesine taht kurarken diğeri itaatkâr bir köle gibi karanlığa hapsoluyordu.
Bu karanlık yaşam, gidilen bir tatilde yeniden gün yüzüne çıktı ve her şey mavinin umuduyla bozuldu. Gece'nin içini dolduran huzur, mutluluk ve sevgi hayalini kurduğu hayatın ilk kapılarını aralıyordu.
Dostluk, kardeşlik, sadakat ve aşk da girince devreye her şey bir sis bulutu gibi çöken karanlığı yok etmeye yetmişti. Huzur ve mutluluk yeni bir günü beraberinde getirdiğinde her şey çok daha güzeldi. Ancak Ateş ve Yüceoğlu ailesinin tek sırrı bütün bu aydınlığı yeniden bozup her şeyi daha da karanlık yapmıştı. Kaybedilmek istenmeyen bu hayat tam da üç savaşçı doğurmuştu.
Gece...
Karan...
Uras...
Aşk, mutluluk, huzur ve güven için verilen bu mücadele hiçbir insanın bu denli kötülüğü ve karanlığı hak etmediğini haykırıyordu.
"Seni hiçbir şey için zorlamamalıydım. Belki de o olay gecesini seninle evlenebilmek için koz olarak kullanmamalıydım. Ama çok seviyordum Gece! Seni o kadar hastalıklı seviyordum ki beni ailemin karanlığından kurtaracak tek kişi olarak görüyordum. Ama kendimi kurtarayım derken seni mahvettim. Asıl ben özür dilerim, sen bu karanlığı hak etmeyecek kadar masumsun."
Siz: Sırf beraber çalıştığımız için bana böyle davranmanıza izin veremem, İlker Bey?
İlker bey: Davranışlarımın sebebi sadece beraber çalışmamız değil Başak hanım.
Siz: Peki ya ne?
Siz: Ne bu haddinizi aşmalarınız?
Siz: Sabrımı zorlamalarınız.
İlker bey: Aklımı sikip attığın için bunların cevapları bende de yok. Buna aşk diyorlar ama çok saçma.
İlker bey: Hiçbir insan, bir insanın iradesini bu kadar sikemez.