Ellerimi beyaz yağmurluğumun ceplerine koyup salınarak yürümeye devam ederken bir anda sert bir darbeyle duvara çarptım. Uzun boylu bir oğlan bana çarpmış ve
"Pardon!" diyerek koşmaya devam etmişti. Duvardan destek alarak doğruldum ve içten içe küfretmeye başladım. Yüzünü göremesem de aklıma kazımıştım bu sesi ve duyduğum yerde onu boğazından keserek paramparça edecektim. Bir süre uzun boylu yabancının Caner abiyle konuşmasını izledim, dudaklarını okumaya çalışıyordum. Caner abinin dudak büzerek başını iki yana sallamasıyla bir şey olduğunu anlamıştım. Büyük ihtimalle yabancının aradığı kitap burada yoktu.
Kütüphaneden çıktığımda hâlâ sağanak yağışın durmadığını fark ettim. Yağmurluğumun şapkasını başıma geçirip gökyüzüne baktım. Dudaklarıma düşen yağmur damlalarını dilimle temizleyip yuttum. Başımı eğip yürümeye başlayacağım sırada yabancının sesi kulaklarımı tırmaladı.
"Beyazlı, bakar mısın bana?" Arkamı döndüm ve gözlerimi etrafta gezdirip benden başka beyazlı olmadığına kanaat getirip başımı salladım. "Caner bey sizin çok iyi bir okuyucu olduğunuzu söyledi. Dün ben buraya bir kitap bıraktım ancak kahramanların ismini ve hikâye akışını unuttum. Bana yardımcı olur musun? Kısa bir kitap özeti çıkarmama yardım et."
Başımı sallayıp "Kitabın ismi ne?" diye sordum.
"Küller Şehri," dedi ve siyah ceketinin cebinden ellerini çıkardı. Sağ elini bana doğru uzattı, uzun parmakları kızarmış ve eklemleri beyazlaşmıştı. Gözlerine bakmaya başladım, kalbim duracak gibi hissediyordum. Tanrı'm, bunun olması mümkün mü? O, Samet Ulusoy olabilir mi? "Ben..."
× × ×
Mine Köseoğlu
©Tüm Hakları İçi Boş Bal Kavanozumda Saklıdır.All Rights Reserved