Geçmişin acı gerçekleri her gün biraz daha zorlanacaktı.
Babasının ve üvey annesinin esareti altında tutsak edilmişti. Geçmişini hatırlamamaya, oraya kanlı perdeler örmeye, kalbinin en sol tarafını dondurmaya razı gelmişti. Çektiği her acıya göz yummuş, insanları umursamamayı seçmişti. Kırgındı, kırılmıştı... Ya kızgın olup gürültüyü seçecekti ya da kırgın kalıp sessiz olacaktı.
Kolaydı bağırıp çağırmak. Öfkelenmek , hele de kızmak. Ama, o zor olanı seçti. Kendi içinde yaşadığı vaveylayı serbest bırakmak istedi. İçindeki cehennem ateşini söndürmek istedi. Her zaman giryan olan olmak istemedi. Ve bir adım attı...
"Bu güzellikte hiç bu çağında
Yakışır mıydı boynuna o kefen?"
Ben : anneni ara.
Oğuz:ne ?
Ben: sen sinem teyzenin oğlu değil misin?
Annen onu aramanı söylüyor.
Oğuz : peki bunu o niye söylemiyor ?
Ben : şarjı bitmiş?
Oğuz : şarjı bitmişse ben onu nasıl arayacağım peki ?
Ben yazıyor...
Ben çevrimiçi...
Ben : bir dakika oha doğru?
Şarjı bitmişse nasıl arayacaksın ?
Oğuz : bu küçük detayı yeni fark etmen gözlerimi yaşarttı.
Ben : sen bana Altan altan laf mı soktun ?
Hayırlı bir evlat olup annen ara demeden arasaydın böyle olmazdı 🙃
Oğuz : şimdi de sen mi bana laf sokmuş oldun?
Ben : haspinAllah sınanıyorum herhalde , git ara ne bilim ben ya.
Laf filan da sokmuyorum ayrıca.
Oğuz : sen kimsin ?
Ben: komşunuz ?
Oğuz : komşumuz kim?
Ben : evine gelseydin bilirdin.
Oğuz :geldiğim zamanlarda oldu ama tanımıyorum seni ?
Ben : o da senin kayıbın olsun hayırsızlığı bırakıp evine uğrarsın artık belki ?
Oğuz : bu aralar sanmıyorum.
Ben : benim ruhumda hayırsızlık diyorsun.
Oğuz :hayırsız olsaydım bu vatanı korumak için canımı feda etmezdim.
Ben :ne ?
Oğuz: tek hayırsız ben değilmişim anlaşılan , komşusunun oğlunun mesleğini bilmeyen bir komşu kızı.
Ne üzücü.
Tanışalım yüzbaşı Oğuz Türk...