Balkondan içeriye doğru bir adım attım. Oradaydı. Ve yine sigara içiyordu. Tanıştığımız günden beri onu az çok tanıyordum. Genelde mutsuz ya da endişeli olduğu zamanlar sigara içerdi. Fakat son zamanlarda onu telaşa düşürecek veya huzurunu bozacak bir durum ortaya çıkmamıştı. Öyleyse, bu sefer neden içiyordu?
Kafamı, düşüncelerimden uzaklaşabilmek amacıyla hafifçe yana salladım ve gözlerimi kırpıştırdım. Cevabım, kollarını balkon askılıklarından aşağıya doğru sarkıtmış, bir elinde sigarasını, öteki elinde ise paketini tutan adamda saklıydı. Cevabımı alabilmek umuduyla ona doğru ilerlerken, bu sırada o da sağ elinde tuttuğu sigarasını balkon askılıklarından aşağıya doğru tutmaya başladı ve işaret parmağıyla oldukça nazik bir şekilde sigaranın üstüne iki kez vurdu.
Sigaranın gri külleri üzerine parlak ay ışığı düşerken, gözlerim, tıpkı o gri küller gibi balkondan aşağıya zarifçe süzüldü ve sonunda, hasretini çektiği parlak, görüntüsü bir elmasın güzelliğini andıran ve âdeta bir meleğin saflığını temsil eden beyaz karla buluştu. Küller, elmasları andıran karın en saf, en masum ve benim de en çok sevdiğim haline, sanki korkunç bir lekeymişçesine bulaşırken, beyaz karın, artık beyaz olmadığını, masumiyetini tek bir lekeyle yitirdiğine şahit oluyordum. Ve işte karın en sevdiğim hali, üzerine düşen küller yüzünden parlaklığını yitirmiş, sahip olduğu bütün güzelliğini kaybetmişti.
Aniden omzuma bırakılan siyah deri ceketle düşüncelerimden sıyrılırken ona kaşlarımı çatarak baktım.
"Beni düşünmeyi bırak artık."
"Üşüyorsun."
Bıkkın bir nefes verdim. "Yapma. Ben, kendini mahvetmene değecek biri değilim."
"Yanılıyorsun." dedi. "Sen, kendimi mahvetmeme değecek her şeysin."
Ancak değildim. Ben, onun en büyük hayal kırıklığı olacaktım.