Dünyadaki tek sihrin müzik olduğuna inanırdı. Kendini hiçbir yere ait hissedememesinin alt yapısını oluşturuyordu belki de. Pembe okyanusları, geceleri kendisiyle konuşan yıldızları ve kafasının içinde hiç susmayan, onu her zaman anladığına inandığı sihirli notaları vardı. Tüm bunlara sahip olmak, onun asla kimseyle uyum sağlayamayacağını düşündürürdü. Ta ki; kendi harikalar diyarının kapılarını aralayarak melankolik ağaçların arasından çıkıp gelen ve okyanuslarını çalkalandıran bu yabancı çocuğun şunları fısıldamasına kadar:
"Yalnız olmak için herkesin gittiği yerde,
Doğan güneş görünmez orada
Hadi, gidelim nehirin kenarına..."
Acaba Rüya'nın hiç beklemediği bir anda karşısına çıkan bu çocuk; kendi dünyasından oldukça uzak, entrika ve kravata boğulmuş, yüksek beton binaların ardındaki Akmanoğlu Holding'in veliahtlarından biri miydi, yoksa upuzun çam ağaçlarının çevrelediği hareketsiz bir gölün kenarında otururken beraber zamanı durdurdukları bir hayalin ürünü mü?